ULUSAL İLETİŞİM AĞI

29 Ocak 2011 Cumartesi

Her Yıl Her Mevsim: Çocuk ve Toplum Yazgısının Alt Yapısı

Belli dönemlerde belli çocukları bekleyen ve değişmeyen belli tehlikeler vardır. Bunlardan çoğunlukla medya kanalıyla haberdar oluruz.

Evde yanarak ölen çocuk haberlerinde, genellikle yoksul kardeşler ekmek almaya giden annelerini beklerken sobanın devrilmesiyle ölürler.

Araba çarpan çocuklar her mevsimin kaçınılmaz haberidir.

Çocukların ailelerin ve gençlerin sobadan veya şofbenden devamlı zehirlenip boğulmaları şaşırılmaz kabullere dönüşmüştür.

Balkon, pencere ve damdan düşen çocuklardan bazıları mucize olarak kurtulur.

Gölde, gölette denizde havuzda nehirde ölen çocuk ve gençler hep kader olarak değerlendirilir.

Kimileri için evde okulda dayak kaderden öte terbiye için çocuğa yapılan bir iyilik gibi değerlendirilir. Çocuk bu yönde kendi iyiliği gerekçesiyle şiddet uygulaması ile karşılaşır.

Çocuklara pek çok kötülüğü ona iyilik olarak sunan eğitim anlayışını temellendiren bazı atasözleri de, bu uygulamanın devamı için referans oluşturmakla kalmaz, nesillerce benimsenmiş bir davranış modeli olarak “kader”(yazgı) algısına katkı sağlar.

Tüm bu olanlar genel olarak alın yazısı diye algılanır. Burada Kader veya Yazgı diye işaretlenerek karşı konulmadan kabul edilen durumlara karşı gelen tek şey "mucize"lerdir. 

Aslında genelin ortalama algısını belirleyen bu kabullerin yarattığı sonuçlar, sırf çocukların değil toplumun da geleceğini belirleyen Ortak Kader’in alt yapısını oluşturur.

Yeter ki bu etkileşimlerin ayrımında olunsun. İşte o zaman “Kader” algısında kullanılan 'elden bir şey gelmez' çaresizliğini, kendisini oluşturan alt yapının değişimi ile önlemek mümkün olacaktır.


Kaynak gösterimi: Özkan, S., www.0-18.org, Düşününce...

23 Ocak 2011 Pazar

Bebek Açlıktan Ölmüş!

Bu hafta gazetelerde yer alan bir bebek ölümü haberi, yine yüzlere vurulan bir tokat gibi hepimizi çarptı.

Haber farklı nedenler üzerinden sunulup kendi içinde neden sonuç yorumları aşamalarından geçerek açlıktan ölen bebek gerçeğine ulaştı.

Cehaletle açlığın birlikteliği söz konusu olunca genellikle akla yoksul Afrika ülkeleri gelir. İnsanlığın bu durumlara mahkum ettiği bu görüntülere gözler de yürekler de alıştığı için artık şaşırılmaz bile.

Sanki sırf orada var ve bizden uzaktalar kabulüyle, öyleyse yok sayabiliriz algısı yaygındır...

İnsan aklı, genel olarak henüz ancak kendinle kıyaslama yaparak empati kurabildiğinden, bir biçimde kendini görebildiği dramlara göz yaşı dökebiliyor.

İlaveten yaşam kısa ve üzüntülerle dolu bir de bana çok uzak olan dramlara da üzülemem bencilliği çoğunluk tarafından henüz aşılmış değil.

Dramları algılamak da genel olarak ancak böyle paralelliklerle mümkün olabiliyor.

Kendi gerçeğimize dönersek: Bebeğin açlıktan ölmesinden:
Kim sorumlu?
Kim, neden sorumlu?
Ne olsaydı bu olmazdı?
Bu soruları kim sormalı?
Bu soruları kime sormalı?
Ne yapmalı?

Bu soruların çok sorulmadığı bir kaderler dünyasında yaşıyoruz.

Her olgu devletin sorumluluğunu hatırlatmak yerine kadere karşı konulmaz yargısını pekiştiriyor.

Oysa Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi çocukları her yönden koruma, kollama ve yaşatmada birinci sorumlu olarak devleti işaretliyor.

Devletin bu yükümlülükleri kabul ederek sözleşmeyi imzalamasıyla devletin yükümlülüklerini yaşama geçirmekle görevli olanların bunların sorumluluğunu üstlenmesi aynı şey olarak algılanmadığından bebecikler ölüyor.

O nedenle pek çok kişi belki de önlenebilir böyle durumları ve sonrasını tahmin ederek gerçekçi bir bakışla iyi olmuş diye bile düşünebiliyor.

Minicik bebeklerin karnı doymadan büyümesi ve her belaya açık olmaktansa ölüp gitmesi, bir çeşit doğal ayıklama olarak görülüp “her işte bir hayır vardır” mantığıyla da pekiştirilince kimi zaman su yüzüne vuran bu gerçekler, zaten çoğu kimseyi rahatsız etmiyor.

Ülke yönetimini üstlenenlerin oradan buradan çıban gibi çıkan sosyal problemlere çözüm üretecek bir zamanları yok.

Onlar hep stratejik ve ideolojik siyasi savaşımlara hapsolmuş durumda her yere laf yetiştirerek puan toplamaya çabalıyorlar. Bu gerçekler onlara sanki ulaşmıyor.

Övünme konusu yapılan Büyüyen Türkiye’de, insan sermayesi yönünden insani gelişmeyi yansıtan bebelerin açlıktan ölmesi gerçeği kimin umurunda?

Ne yazık ki bu sorunun cevabı hala “maalesef kimsenin” olabiliyor.


Kaynak gösterimi: Özkan, S., www.0-18.org, Düşününce...

16 Ocak 2011 Pazar

Ağam Nerde, Ben Nerdeyim?

Ben ne diyorum o ne anlıyor diye de açıklanabilen bu deyiş, insanların birbiriyle konuşurken ortaya çıkan algılama farkını tanımlıyor.

Tarafların birbirini anlamadan, anlamaya çalıştığında ortaya çıkan sonucu, bundan daha iyi anlatan başka bir deyiş var mı bilmiyorum.

Kişiler arasında konuşma ve tartışmaların amaç ve anlamlandırma yönünden birbirine denk düşmemesi farklı sonuçlar üretiyor. Bu durum genelinde tarafların kültürel farklılık ve donanımından kaynaklansa da üzerinde tartışılan konunun, farklı amaç ve değerlendirmelerle tanımlanmasına da bağlı olabiliyor.

Ayrı zihinsel kodlanmalarla oluşan farklı dünya görüşünden kaynaklanan bu algılama uçurumu, çoğunlukla taraflar arasında kırgınlık veya uzaklaşmayla sonuçlanıyor. İnsanlar, birbirlerinin söylediklerini doğru anlamadıklarını genellikle sonra fark ediyor veya hiç etmeyebiliyorlar. Anında fark edenler ise çoğu zaman yeniden anlaşma çabasına giriyorlar.

Özür dileme kültürünün eziklik değil doğru anlaşılma çabası olarak doğru gelişmesi de buna bağlı.

Çocuklarla iletişim kurarken bu farklı anlamlandırmayı hesaba katan büyükler, onları anlama ve kendilerini anlatmada başarılı oluyorlar. Onun için bu örnek çocuklarla iletişim açısından uygun olmasa da çocuklara örnek olma açısından önemli.

Eğer çocuk, insani ilişkilerde söylenenler üzerinden anlamsal onaylaşma çabası gösterilen bir sosyal çevreye sahipse, yani aile içi, okul ve toplum üzerinden modellenen bu tavırlara tanık oluyorsa, onun karşısındakini doğru anlama çabası da olumlu yönde gelişiyor.

Böyle çocuklar yetiştirmek mümkün mü?


Kaynak gösterimi: Özkan, S., www.0-18.org, Düşününce

1 Ocak 2011 Cumartesi

Çocuklarımız 2010’da Neler Yaşadılar?

Önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da yine çocuklarımızın başına neler gelmedi ki?

Damdan, balkondan, camdan düştüler,

Kayboldular, ev ve yuvalardan kaçtılar, kaçırıldılar,

Özellikle evde tek başınayken yandılar, haşlandılar,

Kanalizasyona düştüler,

Aç kaldılar,

Denizde, kanalizasyon çukurunda, gölette boğuldular,

Trafik ve araba kazalarında öldüler,

Evde ve ev dışında dayak yediler,

Öğretmenlerince ve yaşıtlarınca da dövüldüler,

Aile içi veya dışında cinsel istismara uğradılar,

Okula gönderilmediler, çalıştırılıp, dilendirildiler,

Madde bağımlısı oldular,

Silahla öldürüldü ve öldürdüler,

Gözleri önünde anneleri dövüldü, öldürüldü,

Kaza ve cinayet ve ayrılmalar sonucu ailesiz kaldılar,

Anne-babaları tarafından öldürülüp, anne-babalarını öldürdüler,

Varlık hakları ve gelişim aşamaları yok sayılarak orda burada yarıştırılıp, savaştırılıp kullanıldılar,

Erken yaşta evlenmeye zorlandılar hamile kaldılar,

Bazıları zorla evlendirilmekten kurtarıldılar,

ÇOCUKLARIMIZIN kiminin yaşamını yitirdiği, kiminin çok kötü yaşamlara sürüklendiği bu olaylar, her zamanki gibi çoğunluktaydı.

Son yıllarda ve özellikle bu yıl için en ilgi çekici nokta aile içi cinayetlerdeki artıştı.

Anne babaları tarafından öldürülen çocukların ve de çocukları tarafından öldürülen anne-baba sayısındaki artış düşündürücüydü.

Çocuk haberleri üzerinden günlük dikkatle çok yönlü medya takibinde:

Her birisi farklı olsa da aynı düzenin işleyişinden oluşan ve düzeltilemez gibi algılanan bu sonuçlar, çocukluk döneminde böyle tahribata uğrayan insan duyarlılığının, erişkinlikte topluma nasıl yansıyacağı konusunda da düşündürücü.

Asıl önemli olan haberleştirilmiş bu olaylara tanık olanların dışında da çocukların, bu haberlere medya üzerinden veya görüp izleyerek de tanık olmaları ve bunlar üzerinden gelişen bir dünya algısı.

Bilgisayar oyunlarının sanal ve gerçek farkını azaltan etkileri, bu somut yaşanmışlıklarla birleşince nasıl bir insan tipi gelişeceği, yarınlara dair önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Her devir, kendi gelişimini kendi içinde tamamladığı için gelinen yer, olaylar yaşanırken önceden yadırgandığı kadar yadırganmıyor. Ama yarın ne olacağı hep bugünden merak ediliyor.


Kaynak gösterimi: Özkan, S., www.0-18.org, Düşününce