ULUSAL İLETİŞİM AĞI

25 Aralık 2011 Pazar

Konuşarak Anlaşmak Neden Zor?


Beyin ve dil ilişkileri üzerine yapılan bir laboratuar araştırmasında beynin Türkçe cümleleri anlamak için cümleyi baştan sona kadar zihinde tuttuğu ve sonda yer alan fiilin okunmasıyla zihnin cümleyi tekrar oluşturduğu saptanmış.

İngilizce ve Almanca gibi batı dillerinden farklı olarak Türkçe’de yüklemin sonda yer alması ve bu dillerin düz cümlelerinde 400 milisaniyede 'potansiyel' denen beyin yanıtı oluşmasına karşın, Türkçe konuşmalarda 400 ve 600 milisaniyelerden sonra potansiyel oluşması bu araştırmanın önemli bir verisi.

ODTÜ Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gülay Ediboğlu-Cedden'in kurduğu Beyin Dil Araştırmaları Laboratuarında gerçekleştirilen bu araştırmada beynin Türkçe cümleleri anlamak için, iki işlem yaptığı saptanınca buna bağlı oluşumlar üzerinde de düşünmek gerekiyor.

Özellikle ülkemizde kimsenin kimseyi anlamadığı gerçeği, pek çok örnek üzerinden dışlaştığı için bu bulgunun bazı yönlerden bu gerçeği belirleyici olabileceği düşünülebilir. Aslında söyleneni anlamamaktan daha çok, anlamadığını ifade tarzından doğan anlaşmazlıkların yol açtığı iletişimsizlik sorunumuza da bu açıdan bakabiliriz.

Karşısındakinin ne demek istediğini anlayıp cevaplamaya dayalı diyalog kültürünün gelişmemesinde bu önemli bir etken olabilir. Zira beynin iki işlemli anlama süresi ve karşısındakinin de, kendisinin sözlerini anlama süresi için yeterli sabır gösteremeyenlerin, sadece kendi söylediklerine vakit ayırmasıyla oluşan kendi konuştuğunu kendi dinleme durumunu açılayabilir.

Söz kesme ve karşısındakini konuşturmama veya sözlerini anlamama tavrının altında sakın bu beyinsel işlemin etkisi olmasın?

Karşılıklı düşünce sergileme ortaklığında beynin aralıksız kendi düşünce dökümü olan "monolog"un yerini, beyinlerin ortak düşünce dökümü ve çabası diyebileceğimiz "diyalog"un alması, anlama kültürünün seviyesini gösterir.

Bu nedenle monolog üzerinden sürdürülen konuşmalarda kendi sözlerini iki işlemden sonra ancak anlayanlar, karşılarındakinin beyin işlemlerine vakit ayırma sabrını gösteremediği için diyalog kültürünün gelişemediğini söyleyebiliriz. Bunlara bilgi eksikliği, dediğim dedik saplantısı ve anlamadığını doğru ifade edememekten doğan tek yönlü doğrulara hapsolma durumu da eklenince,
tutarlılık değil "tutturukluk kültürü" gelişiyor olmalı.

Bu kültürel etkileşimle büyüyen çocuklarımızın konuşmaları doğru anlama sabrı göstermelerine, bu araştırmanın ders olarak okutulmasının bir ümit olup olmayacağını bilemesek de, bu araştırma, insanlarımızın birbirini doğru anlamamasından doğan ve gittikçe yaygınlaşan "kavga" kültürümüzü bir yönüyle açıklıyor diyebiliriz.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

17 Aralık 2011 Cumartesi

Magazin Eklerinin Doğru Kullanımı


Zihinlerin çok ve çeşitli uyaranlarla her gün yeniden kodlandığı günümüzde, beyinlerin kültürel beslenmesi de yeni alanlarla sağlanıyor.

Bilişim teknolojilerinin gelişimi haber kültürü açısından sosyal medya araçlarını gittikçe tercih edilir kılarken, klasik medyanın günlük magazin ekleri de dikkatli ve sorumlu sunumlarla önemli kültürel takviye alanlarına dönüşüyor.

Yaşamın her karesine ait birey ve aile boyutlu oluşum ve sorunlar, bu sayfalarda renkli sunumlarla dikkat çekici hale getirildiğiden doğal olarak daha talep edilir oluyor.

Bu yolla günlük yaşam yoğunluğu ve hızının belirlediği okuyucu dikkat süresine uyan ve bir çeşit özetleme olan bu sunumlar, toplum bilgilenmesinde daha işlevsel olmaya başlıyor.

Kitle eğitimini etkileyen mesajların, ortalama yaşam kültürüne bu yoldan ciddi katkılar sağlayabildiği de görüldüğü için bu alanlar, gittikçe daha önem kazanıyor.

Örneğin, Hürriyet Gazetesi Kelebek ekinde, çocuk aile ilişkilerinde önemli bir etkileşim sağlayacak bu tip köşelerden biri de, klinik Psikolog Dr. Başak Demiriz’in köşesi.

“Çalışan annenin vicdan azabı”(16.12.2011) başlığıyla ilgili konuyu, psikolojik yönden danışan ve danışılan diyalogu formatıyla anlatması ve altına da "Psikoterapi diyalogları, yaşanmış hikayelerden esinlenerek, psikoterapi sürecinde kullanılan yöntemlere örnek oluşturmak amacıyla yaratılmıştır. İçeriği psikolojideki bilimsel gelişmelere paralel olmakla beraber genel bilgilendirme ve tavsiye niteliğindedir.” diye yerinde bir not düşmesi sorumluluk taşıyan bir işlevselliği yansıtıyor.

Çocuk aile birlikteliğine ait sorunlarda bu tür sorumlu bir yaklaşımla her türden okura hitap ederek kitle bilincinin yükselmesine doğru katkı sağlanması çok önemli.

Ayrıca, doğru bilgilerin sorumlu kalemlerce kitlelere ulaştırılmasında gittikçe daha tercih edilir olmaya başlayan bu alanın, medyanın varoluş işlevinde de gittikçe daha önem kazanacağını örnekliyor.

Aydınların, kitlelerin bilgi yığını içinden gereksinimi olan doğru yaşam bilgilerini ortalama algı seviyesine uyarlayarak doğru yansıtmak önemli bir sosyal sorumluluk bilincini işaretler.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

11 Aralık 2011 Pazar

Hatalı Sollama ile Hatalı Sosyalleşme Farkı!


Trafik kazalarına yol açan en önemli etkenin, hatalı sollama olduğu herkesce kabul edilmiş bir gerçektir. Toplumsal yaşamda eğitim kazaları diyebileceğimiz hatalı sosyalleşmeden ise gerçekte kimin suçlu olduğu pek tartışılmıyor.

Hatalı sosyalleşme ifadesinin, N.Ç davasında çocuğun rızasıyla ırzına geçilmiştir biçiminde özetlenen üst yargı kararına benzer bir karar nedeniyle kullanıldığını ve "rıza" sözünün "doğru" anlaşılması için bu ifadenin kullanıldığını gördük.

Kaş yaparken göz çıkarmaya benzeyen bu açıklama da, doğru anlaşılmayı önleyen ifade yetersizliğinin sürdüğü görülüyor.

Hatalı sollama sözüyle çağrışım yapan bu kullanım aslında çok ters sonuçlar yaratacak bir ifade.

Trafikte tüm uyarılara karşın hatalı sollamayla oluşan kazalarda sorumlu olan sürücüdür. Sollama onun hatasıdır.

Hatalı sosyalleşme yani çocukların ihmal ve istismarından doğan ve de çocuğun kendi sorumluluğunun söz konusu olmadığı alanlarda oluşan hatalı sosyalleşmeden çocuk sorumlu tutulabilir mi?

Tabii ki hayır.

Peki, kim sorumlu ve ceza kime kesilecek?

Korkum bu ifadenin doğru algılanıp algılanmayacağında. Zira hatalı sosyalleşme iyi açıklanamazsa, fatura yine çocuğa çıkartılabilir. Daha doğrusu kendi isteğiyle çocuğun ırzına geçilmiştir cinsinden yorumlarla suçluların korunmasına yönelik bir algının kabulu söz konusu olabilir.

Hiç tartışılmayacak bir durum ise sosyalleşmede bir hata varsa, bundan bilinci gelişmemiş tüm toplumun suçlu sayılacağıdır.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

5 Aralık 2011 Pazartesi

Akıl Dışı Düzenlere Uygun Aptallık Talimleri!


"Doğru" olanı "yanlış" olan üzerinden öğretme çarpıklığı toplumumuzda çok yaygın olan bir eğitim yanılgısıdır.

Çocuklara hatalı davranışlarla örnek olunması kaçınılmaz hale gelince, hem hatayı sürdürüp hem de sakın yapma diye uyarıda bulunmak, taze beyinlere aklın dışına sürüklemek için atılan ilk adımlardandır. Çocukların sorgulamalarına ya, "daha küçüksün anlamazsın" veya "bu böyledir fazla sorma" kestirmeleri üzerinden verilen cevaplar da öyle.

Pek çok yerde aklın devreden çıkması, pek çok davranış örneğinde görüldüğü gibi yavaş, yavaş kabul ettirilerek yeni nesillere sunulan akıl dışılık hali, sonunda: akıllılığın aptallıkla, mantıklılığın saçmalıkla, doğruluğun da yanlışlıkla yer değiştirdiği bir düzen yaratır.

Böylece aptallaştırılan nesiller, toplumsal düzene uygun hale gelen kafalarıyla toplumla bütünleşirler.

Daha yenilerde Bitlis'te bir okulda yangın söndürme tatbikatı için ateş yakıp söndürme provası yapmaya kalkan öğretmenler, sönmekte olan ateşi alevlendirmek için  elindeki tineri ateşe dökmesini öğrenciye söylerler.Komutlara uyan çocuklar harlayan ve patlayan alevlerden yaralanır.

Aklı kullanma eksikliğinden kaynaklanan düşüncesizliklerin çoğu, tüm görünürlüğüne karşın görünmez kaza olarak algılandığı için bu davranış, nesillerden nesillere aktarılarak süren bir düzen oluşturur.

Son olarak İstanbul'da yakınlarındaki kazı çalışması nedeniyle bir hastane binası ve buna bağlı kreşte oluşan çatlaklar, bir felakete yol açar endişesiyle boşaltılır. Ama kısa bir süre sonra yeni yer bulunamadığı için anne babaların oluşan riski göze alıp çocuklarını tekrar yuvaya getirmeye kalkmaları bu tür akıl iptali örneklerinden birini oluşturdu.

Gazetecilerin olayı fark etmelerinin kendilerine iletilmesiyle koşarak gelip, uyumakta olan çocuklarını kaldırıp oradan uzaklaştırmaya kalkıyorlar. Biraraya gelince yeni yer bulunmamasını protesto için yürüyüşe geçerek aynı davranışı sergiliyorlar.

Gazeteci, "çocuklarınızı bu durumu bile bile mi bırakıyorsunuz?" diye sorduğunda "ne yapalım, çaresizlikten" demeleri herşey bir yana çocuklarına yanlışı bildiği halde yapmaya devam etme mesajı vererek, akıl dışılık kodlaması örneklerinden birini oluşturdular.

Miniklerin yapılan ve söylenenlerden uyku mahmurluğuyla nasıl bir sonuç çıkardıklarını görünce aptallaştırma işleminin nasıl çok yönlü biçimlendiği de anlaşılıyordu.

Çok sevimli bir minik oğlanın "neler oldu" diye soran gazeteciye: "Uyuyordum, uyandım. Tatil olduğu için evimize gidiyoruz" demesi ve ardından "ne tatili bu" diye sorulan soruya biraz duraladıktan sonra "Kasım ayı geldiği için tatile girdik" demesi çok sevimli bir ifade olarak güldürse de, yeni nesilleri aptallaştırmanın nasıl oluştuğunu açıkca örnekliyordu.

Belli ki iyi niyetli bu minik, etrafındaki yetişkinlerin kendi sorularına verdikleri anlamsız cevaplardan uyku sersemliği içinde böyle bir sonuç çıkarmıştı.

Aileler, derhal hak arama tavrına bürünüp çocuklarıyla protesto eylemine geçerken her türlü yanlışı bile bile yapma tavrının nasıl çarpık bir toplumsal algı yarattığını gösterdiler. Akıllıca ve art niyetsiz anlama çabalarıyla sordukları sorulara böyle anlamsız ve aklı devre dışı bırakan cevap alarak büyüyen çocuklar, kısa sürede düzene uyacaklardır.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org