İlkokuldayken eve gelip oruç tutmak istediğini bildiren oğlumun yüzündeki merak, heves ve heyecan çok sevimliydi. Sınıflarında oruç tutan arkadaşlarından özendiğini söylüyor ve bu her halinden belli oluyordu.
Bizim de çocukken oruç tutan babamın, annemin ve bizde kaldığında babaannemin gece kalkıp bir şeyler yemesine nasıl özendiğimizi hatırladım. Ablam ve ben, her çocuk gibi biz de gece yarısı onların kalkıp bir şeyler yemesine ve ne yediklerine özenir, doğal olarak da merak ederdik.
Benim yetiştiğim kültürde kimse kimseye ve de çocuklara oruç tutmaları veya başka bir dini gerekçe ile zorlama ve baskı yapmazdı.
İnsanların inanma ihtiyacına saygı duyan ama onu zorlamayan böyle bir kültürel çevrede yetiştiğim için bir agnostik olarak da oruç tutmadığım halde çocuğumun isteğini saygı ile karşılayabiliyordum.
Böyle olması normal değil mi diyenlere, bazı arkadaşlarımın kendi inanç veya inançsızlıklarını kesin hükümlerle çocuklarına aşılamaya kalktıklarını, birey olarak çocuğun hakkına saygı göstermediklerine şahit olduğumu belirtmeliyim.
Birey hakkı olarak gördüğüm inanma özgürlüğü doğrultusunda çevremde, kimi arkadaşlarımın yaptığı gibi tanrı var mı - yok mu gibi çocuklarca sorulan sorulara “yoktur” ve “vardır” veya “bilinemez” türünden kesin yargılı cevaplar vermeyi, onların inanç oluşumuna saygısızlık olarak görüp, yanlış buluyordum.
Ayrıca kendi aile ortamının doğal kültürel etkileşimiyle büyürken çocuklara, ana babaların, inanç ve fikirlerini çeşitli yönleriyle sunmadan zorla öğretmeye ve bu yönde ayrıca baskı yapmaya kalkması doğru değildi.
Bilimsel yönden de algılayacak yaşa gelmeden dini aktivitelere zorlanmaması ona bireysel katılım özgürlüğü tanınması önemliydi.
Bu yönden geriye dönüp bakınca bizim evdeki genel anlayışa göre babaannemin bu gibi konularda anne ve babama göre zorlayıcı olmasını da bize yöneltilen bir zorlama değil de oyun gibi algıladığımızı hatırlıyordum.
Zira annem ilkokul çocuğu olarak bizim oruç tutmamızı gece kalkıp uykumuzu bölmemizi istemez ama bu konuyu da baskı yapmadan bize bırakarak duygu ve düşünce yönünden demokratlık örneğini zihnimize modellerdi.
Kısaca, düşünsel ve toplumsal doğrultuda benimsediğim pedagojik ilkeler insanların kendi inanç ve fikirlerini çocuklarına zorla kabul ettirme haklarının olmadığı yönünde biçimlenmişti.
Dinler açısından bakınca anne babanın inancının etkileşim alanında kalarak büyüyen çocukların otomatik olarak o inançtan sayılması, bireysel dini inanç tercihiyle çeliştiği için dinlerin her bireyi kendinden sorumlu tutan anlayışa da uymayan bir şeydi.
Daha önceleri oğlum, televizyonda kuran okunurken benim dinleyip dinlemediğimi sorduğu zaman, Mevlit dinlemeyi müzikalite yönünden sevdiğimi ama özel olarak Kuran dinlemediğimi söyleyince dinlesen senin için iyi olur demişti.
Kendisine Agnostik yani “bilinemezci” türünden bir inanca sahip olduğumu, ayrıca inanç konusunda herkesin kendi karar vermesi gerekir diye düşündüğümü o zaman söyledim.
Sen istersen dinle ama ben nasıl inanç yönünden sana ve kimseye karışmıyorsam sen de karışmamalısın diyerek nasıl davranılması gerektiğini örnekleme olanağı bulmuştum.
O da, bu nedenle oruç tutmak istediğini bildirirken sen ve babam niye oruç tutmuyorsunuz diye sormamıştı.
Çocuğuma bütün bir gün aç durmanın yetişme çağındaki çocuklar için doğru olmadığını hatırlattıktan sonra isterse deneyebileceğini söyledim.
Denemek istediğini bildirince kendisine oruç tutmak için geceleyin sahur denilen yemeği yemek için kalkması gerektiğini ve benim de kalkarak ona yemek hazırlayacağımı bildirdim.
Sahurda uykusuna rağmen ve iftara kadar aç kalacağını bilerek, benim hazırladıklarımı yedi.
Akşamüstü ona yine bilinen detaylarıyla güzel bir iftar sofrası hazırladım ve de yemeğinde ona eşlik ederek ilk denemesini başarıyla tamamlamasını sağladım.
Ertesi gün tatil olduğu için bu işi tekrarladık.
Bu sefer karşı komşumuzun kendisinden biri iki yaş büyük, diğeri iki yaş küçük iki oğlu onu iftara davet ettiler.
Bu oruç işi arada bir tekrarlandı ve her seferinde tüm detayları ile yapılması gerekenleri bizzat hazırlayarak kendisine sundum. Bazı hafta sonlarında karşı komşularımızın yaptıkları ve komşuluk samimiyeti gereği pijamayla katılmasında ısrar ettikleri sahur davetlerini de sevinçle karşıladı.
Ailece oruç tutan komşularımız da benim gösterdiğim dikkatten etkilenerek oğluma Müslümanlığı kabul eden bir yabancıya gösterilen ihtimamı göstermekte kusur etmeyip onu ayrıca memnun etmişlerdi.
Böylece, kalabalık yenince çocuklar için iyice sevimli olan bu adetten hem oğlumun hem arkadaşlarının zihinlerinde mutluluk veren anılar oluştu.
Ben inanma ihtiyacının din olgusunu tanıttıktan sonra seçimi ona bırakarak yapmanın gerekliliğini yerine getirince oğlum da bana ve başkalarına neden karışılmaması gerektiğini daha iyi öğrenmiş oldu.
Çocuğuma tüm yanlarıyla tanıtarak sunduğum dinsel seçim serbestliğin başkalarınca yalan yanlış doldurulmasına izin vermeyerek ona kendi seçimini bu doğrultuda yapma olanağı da sağladığım için bugün hala mutluluk duymaktayım.
Aileler çocuklarına bu tür serbest algılama ve seçme özgürlüğü tanımadıklarında demokratik özgürlüğün bu alanda geliştirilmesinin zorluğu görülüyor.
İnançların tartışılmaz olması her inanç algısının farklılığından ileri gelir. Bu nedenle buradaki kişisel özgürlüğü inancım böyle diye ortak alanlarda her istediğini yapma özgürlüğü olarak anlamak doğru değildir.
Çocuğumu yetiştirirken yaptığım uygulamanın annemin bizi yetiştirirken gösterdiği ve dinlerin de fonksiyonu olan vicdan ve demokrasi eğitimine uygun olduğunu düşündüğümden kendimi hep huzurlu hissettim.
Tabii bu şıkları sunarak seçme hakkını onu ilgilendiren yaşamın tüm alanlarında yaparak çocuğuma vicdanlı, adil ve de demokrat olma kültürünü kazandırmaya çalıştım.
Sonuçtan da memnunum.