ULUSAL İLETİŞİM AĞI

12 Aralık 2010 Pazar

“Anlama” Yeteneğimiz

Bizim de içinde bulunduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri arasında eğitim alanında yapılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) araştırmasının sonuçları açıklanmış.

35 ülkeyi kapsayan karşılaştırmalı tabloda öğrencilerimizin yeri 32.sıra ile sondan üçüncü olarak saptanmış.

Gazetelerin eğitim haberi olarak yer verdiği bu araştırma, 2009 yılında 15 yaşında beş yüz bin öğrenci ile -Fen/Bilim-,-Matematik-, -Okuma ve anlama- başlıkları ile üç ayrı alanda gerçekleştirilmiş.

“Okuma ve anlama” alanında ilk beş sırayı paylaşan ülkeler; Güney Kore, Finlandiya, Kanada, Yeni Zelanda ve Japonya’daki öğrencilermiş.

Türk öğrenciler, Şili ve Meksika’nın önünde 32. sırada yer bularak sondan üçüncü olmuşlar.

Yıllardır çok yönlü bilgilenme ve medya takibi yapan biri olarak ülkemizde kimsenin birbirinin yazdıklarını ve söylediklerini tam olarak anlamadığını saptadığım için bu haberin üzerinde durulmaya değer olduğunu düşünüyorum.

Toplumsal gündemi tayin eden ve günlerce süren çoğu ağız dalaşlarının altında da fikir ayrılığından önce bu nokta egemen oluyor.

İlk önce eğitim sisteminin bozuk ve yetersiz olduğunu düşündüren araştırma sonuçlarının oluşumunda etkili olan ve toplumumuzda yaygın olarak bulunan bilgi ve bilgi edinme merakının gelişimini önleyen çeşitli etkenler söz konusu.

Bilgiden fikir üretmek yani düşünmek alışkanlığı, genellikle bilgi kırıntıları ve söylentilerden dedikodu ve komplo üretmekle sonuçlandığından, gerçek iletişim ve diyalog kurulamıyor. Çünkü diyalog kurulabilmesi tarafların her şeyden önce söyleneni doğru anlamasıyla ilgili.

Bilgi edinme ihtiyacını kitap ve gazete okumadan geçiştiren ve hiçbir engelle karşılaşmadan bilmediği konularda rahatlıkla konuşabilme olanağı bulan insanlarımız öğrencilikten başlayan bu alışkanlıkla anlama yeteneklerini geliştirmeden yetişiyorlar.

Anlama yeteneğinin gelişmemesine yol açan “öğrenme” merakının terbiye edilmemiş olması, sınırları çizilemeyen bireyleşme olgusu, özellikle merak duygusunun ‘anlama’ özelliğini geliştirecek biçimde terbiye edilmemesi gibi pek çok nokta bazı tarihi ve sosyolojik gelişmelerle birleşince ortaya anlama özürlü bireylerin çoğunlukta bulunduğu bir toplum çıkıyor.

Resmi eğitimle sınırlı bilgilerin ezbere dayalı olarak içselleştirilmesi, ders çalışmanın okumak olarak kabul edilmesi, okuma alışkanlığını kazandıracak çevre etkileşimlerinin azlığı da, okuduğunu anlama yeteneğinin gelişmesine ket vuran diğer önemli engeller.

Eğitim yoluyla kazanılan diplomaların bu açıdan işe yaramadığını gösteren beyaz yakalı cehaletin ortaya çıktığı örneklerin bolluğu, “okuduğunu ve söyleneni anlama” yeteneğinin bu yolla geliştirilemediği gerçeğine ortaya koyuyor.

Buna ilaveten bilgi aktarımının laf taşıma olarak algılanması, her alanda kendi aklı ile düşünmek yerine  taraftarlık şemsiyesine sığınma ihtiyacı ve kronik ‘güvensizlik’ duygusu, bilme hakkı ve merak olgusunun icat çıkarma işgüzarlığı gibi değerlendirildiği toplumumuzda, küçük yaştan itibaren anlama yeteneği körelen çocuklarımızdan farklı bir tablo çıkabilir miydi?
Yine de moralimizi bozmayalım.

Kaynak gösterimi: Özkan, S., www.0-18.org, Düşününce

Hiç yorum yok: