ULUSAL İLETİŞİM AĞI

28 Şubat 2012 Salı

Kesinti Gelişmenin Düşmanıdır


Bir uygulamayı kesintili hale getirirsen o artık o uygulama olmaktan çıkar.

Tabii ki 4+4+4 diye yeni bir eğitim değişikliği girişiminden bahsediyorum.

Eğitim sistemimizin biçim ve içerik yönünden ıslaha muhtaç olduğu tartışılmaz. Eğitilmiş insan gücü açığını kapatmaya kalkanların reform adı altında köklü değişiklikler yapıyoruz diye mevcut olanın orasını burasını oynayıp bir şey değişmez demeleri maalesef gerçeği ve bilimsel verileri yansıtmıyor. Ayrıca, köklü değişimler için gereken alt yapıyı hazırlamadan düzeltmeye kalkmak çözüm sağlamak bir yana, var olanı daha kötü hale getiriyor.

Önemli bir çocuk hakkı olan “eğitim” kavram ve uygulamasıyla bu tür oynamaya hiçbir krum ve iktidarın hakkı olmamalı.

Sıklıkla yapılan bu tür değişikliklerle çocuklar ve gençler yaz boz tahtası olmakla kalmayıp, kendinden sonra gelenlerle ortak paylaşımlara sahip olmayan, kendi geçmişlerinin de devamı olmayan bütünlüğü bozulmuş denemelerin kurbanı oluyorlar.

Bilgi çağının gereği bilgili çocuklar yetiştirmek kadar bilgiden düşünce üretmeyi bilen yani düşünme yeteneği gelişmiş nesillere ihtiyaç var.

İletişim ve bilişim alanındaki hızlı gelişmeleri sadece eğitim araçlarını değiştirerek benimsemek de yetmemektedir. Eğiticileri ve içeriğiyle alt yapısı hazırlanmamış ve yerinde istihdam edilmemiş kadrolarla gereken ilerlemeyi sağlayamayız.

Akıllı tahta, akıllı tablet derken düşünme yetisi kaybolan aptal nesiller yetiştirmemeliyiz.

Zaten ezbere dayalı eğitim anlayışının genetik mirasını taşıyan yeni nesillerin bilgi ve iletişim modernizasyonunda ne hal aldıkları ortada.

Okuma yazmayı, eski dönemlere göre daha zor söktüğü söylenen ve iletişim dilleri kelime kısaltmalarıyla gittikçe daralan, bilgilenmeyi ve diplomaları kopyala yapıştır yöntemiyle gerçekleştiren yeni nesillerin beyinsel gelişimleri epey farklılaşmakta.

Artık tüm toplumların problemi olmaya başlayan bu durumda örgün eğitimin içerik ve uygulamasında çağa uygun değişimler yapmak kadar bilimsel verileri göz ardı etmeyen düzenlemeleri dikkate alan değişikliklere kalkmak, her şeyden önce önemli bir sosyal sorumluluktur.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

19 Şubat 2012 Pazar

Kim Bilerek Milyoner Olmak İstiyor?


Bu yarışma programının adı kim bilerek milyoner olmak ister olmalı. Katılanlardan bilgi yoluyla milyoner olanı henüz göremedik. 125 bin TL’den öteye gidenin bile yok sayılacak kadar olması pek çok şeyin yanında bilerek milyoner olmanın da bilgiden çok şans olmasına bağlanıyor.

Herkes her şeyi bilemez. Çok bilen çok yanılır.

Bu nedenle bilenlere hep bildiği sorular gelmiş olması da başlı başına şans olarak yorumlanabilir.

Burada, 125 bin TL'lik ödüle ulaştıran şansın hiçbir yarışmacıyı neden milyonerliğe ulaştırmadığı üzerinde düşünmek gerek.

Yarışmada ansiklopedik bilgilerin yanı sıra akıl yürütme sorularına da yer verilmesi bilmenin yanı sıra düşünebilme gelişkinliğinin öneminin bilinmesi de güzel.

Fakat yarışmacıların doğru cevabını bilmedikleri ansiklopedik bilgiyi, akıl yürütme üzerinden sağlamaya çalışırken gösterdikleri davranış biçimleri de bilgiyle kurulan ilişki türlerini gözler ününe çıkarıyor.

Bazılarınca bu aşamada kader kısmet veya içine doğma türü yorumlarla cevaplama girişimleri bilgi üzerinden kumar oynamaya döndürülünce, kazanılan, bilmek yerine atıp tutturma piyangosuna benziyor. Ama hepsinde başarı göstergesi kazanılan paranın miktarıyla değerlendiriliyor.

Bilgi ve düşünce açısından bir yere gelmiş oldukları ve akıl yürütme açısından daha ileri oldukları kabul edilen akademik kariyerli katılımcıların nedense hep akıl yürütme sorularında elenmeleri dikkat çekerken, eğitim sistemimize ait değişmez ipuçlarını da ele veriyor gibi.

Bu yarışmacıların diğerlerinin pek çoğundan en önemli farkı, neyi bilmediklerini göreceli olarak daha iyi biliyor olmaları. Bu da bilgi bilinci açısından çok önemli, BİLEREK.

Bilgi soruları üzerinden elenmelerinin titrleri açısından daha çok endişe taşımaları gibi etkenlerin etkisi yok sayılmasa da neden daha çok düşünceye dayalı sorularda takılıyor olmaları ezberci eğitim anlayışının akademik kariyerli beyinlerde bıraktığı izler diye yorumlanabilir.

Bu yarışmayı izleyerek büyüdüklerini söyleyen genç katılımcıların genellikle daha deneyimli ve başarılı olmaları yine dikkat çeken ayrı bir nokta.

Yarışma sosyalleşmesinde, bilmeyenlerin üzülmeleri kadar pervasızlık takınmalarına da rastlanan bu yarışmada insanların bilgiyle iletişimi ve, çocuk ve gençlerin bu iletişimle etkileşimleri ve yarışmanın son iki soruyu görme aşamasına ulaşamayışını kader olarak algılatan yaklaşım.

Tabii ki yarışma şartlarının bireyler üzerindeki olumsuz etkileri veya şansızlıklar hesaba katılarak bakıldığında bu tür talihsizliklere pek çok gerekçe gösterilebilir. Yarışmanın kolay olmadığı da.

Yine de bilgiye sahip olmanın eskiye göre daha kıymetli olduğunu ama düşünme yeteneğindeki tutukluğu göstermesi açısından önemli bir veri oluyor.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

15 Şubat 2012 Çarşamba

Kitabına Uydurma Kültürü


Toplumumuzun en belirgin ortalama davranışı kurallara uymamaktır. Yani olan bitenin kitaba uymasından çok, kitabına uydurulması esas alınır.

Ortak yaşamın işlemesini sağlamak için oluşturulan kurallara uyma sorumluluğunun yerine, kurallara uymama refleksi geçerlidir. Çevreden bu davranış kültürüyle doğal olarak kodlanan çocuklar, bunu bir toplumsal görgü olarak yeni gelenlere aktarır. Böylece birbirini doğuran yanlışlar bütünü üzerinden doğru olana ulaşmak gittikçe zorlaşır.

Bu durum, en çok hukuk alanında söz konusu.

Statü ve yetkisine güvenip kuralları delmeyi marifet sayan nüfuzlular kadar, ülkeyi yönetenlerin de yasaları yok sayması, kendi çıkarına ve yanlış yorumlamasından doğan davranışlarında bu davranışa sıkça rastlanır. Böylece yasaya uygun davranmak yerine, yaptığına uygun yasa çıkarmayı, hukuk sanmak, hukuk sistemi ve toplum işleyişini bozan sonuçlar yaratır.

Mevcut yasaların yanlış olanlarını düzeltmek adına Anayasa’nın bütünlüğünü bozan yeni yasalar veya kararnameler yapmanın çözüm sayılması, mantıken doğru olsun olmasın, yasalara göre davranmayı geçersiz kıldığı için yanlıştır.

Yeni Anayasa yapmanın bu durumu düzelteceğini düşünmek de bu davranış modelleri nedeniyle anlamsızdır.

Uymadıktan sonra yeni Anayasa yapmanın anlamı var mıdır?

Yasalara ve kurallara uymamayı kendi hakkı sananlar toplumunda, çocuklarımızın yetişirken bu alandaki tutarsızlıklardan nasıl etkilendikleri, onların dışa vuran pek çok davranışında görülmektedir.

Çarpıklıklara karşı çıkanı sorgulayan, çıkmayanı ise makbul sayan ortak tutum, sorunun yasa değiştirmekte değil, kafa değiştirmekte olduğunu göstermektedir.

Çocuklarımızın kural bozan değil kurallara uyan vatandaşlar olması için aile çevresinden başlayarak toplumda uydurma refleksinden uzak tavır örnekleriyle etkileşmesi gerekir. Oysa onlar, pekçok yerde yanlışları kitabına uydurmanın maarifet sayıldığını görerek büyüyorlar.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

5 Şubat 2012 Pazar

İnanma İhtiyacı Zorla Giderilmez


Dinler insanların inanma ihtiyacından doğmuş. İnsanlığın gelişimi, din kavramının da doğa güçlerine tapmadan başlayıp, çok tanrılılıktan tek tanrılı dinlere geçmesine parelel bir seyir izleyerek kendi gelişimine göre biçimlenen dinleri oluşturmuştur.

İnanma ihtiyacı, bugüne kadar mevcut dinlerle sınırlı olmayıp günümüzde mikro inançlar üzerinden de biçimlenerek karşılanmaktadır.

İnancın toplumsal yanı ne olursa olsun bireysel yanı baskı olsun olmasın kişinin serbest iradesine bağlı olarak şekillenir.

Bu nedenledir ki aynı dine inananlar kendi içlerinde çeşitli yorumlarla farklı gruplara bölünürken dinlere inanmayıp tanrıya inananlar, tanrının varlığını yok saymaya inananlar ve bu konunun bilinemezliğine inananlar hep aynı inanma ihtiyacının ürünü olarak var olmuşlar ve olacaklardır.

Gerçeğin kendisi, bu görünür aidiyetlere karşın inancın iç yüzünün kişinin kendi bilincinde, kişiye ait bir olgu olmasıdır.

İnsanlığın inanç ihtiyacının bu kadar çeşitlilik üzerinden biçimlenmesi, kişilerin bu konudaki seçme özgürlüğünün doğal sonucunu yansıtır.

Bu konuda yapılan baskılar inanma olgusunun gerçek anlamını algılamamaktan doğmuş ve çeşitli zorlamalarla şekillenmiş yorumlardan ileri gelmektedir.

Bugün gelişmiş toplum modelinin temeli de, kimsenin kimseye şuna veya buna şöyle veya böyle inanacaksın veya inanmayacaksın baskısı yapmaması ve kimsenin inanma veya inanmama özgürlüğüne müdahale etmemesi esasına dayanır.

Bu konuda insanlara birbirlerinin sınırını zorlamadan kendi farklılıklarıyla bir arada yaşama olanağını sağlama görevi de devlete düşer ki buna özetle laiklik deniyor. Bu da gerçek demokrasi düzeniyle sağlanabiliyor.

Bu durum analizi doğrultusunda hangi inanç kültürünün doğal ortamına doğarlar ve orada yetişirlerse yetişsinler çocukların, inanma konusunda kendi seçimlerini yapmaktan öte bir sunum ve zorlamaya uğratılmamasının iyi anlaşılması çocuk istismarının en önemli konularından birisidir.

İnanç özgürlüğü bireyin neye veya nasıl inanacağına veya inanmayacağına karar verebilme şartını oluşturmakla sağlanır.

Zorla biçimlendirilmiş dindar nesiller değil inanç özgürlüğüne sahip nesiller yetişmesi gereklidir.

Demokrasi ve laiklik bu durumun yaşama geçirilme biçimi açısından turnusol kağıdı işlevi görür ve gereklidir.

Bu durumu dinsizlik diye düşündürtmek gerçeğe aykırıdır.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org