ULUSAL İLETİŞİM AĞI

25 Kasım 2012 Pazar

Hatalar Zinciriyle Kodlanan Çocuklar


Çocuklara karşı işlenen suçlar, genellikle suçun kendisini hazırlayan şartlardan başlayan ve suçlunun cezalandırılmasına kadar gelişen takibat ve yargılamalar sürecinde devam eden hatalar zincirine dönüşüyor.

Son olarak 14 yaşında cinsel tacize uğrayan Ö.Ç. adlı kız çocuğunun davasında olup bitenlerin ortaya serdiği gibi çocuğun uğradığı taciz kadar etkili olan hatalar, mağduriyeti katlayarak büyütecek türden.
En önemlisi, Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi bulunmadığı Sakarya Ağır Ceza Mahkemesinde 26 sı çocuk olan 34 zanlının ikinci duruşmasında, çocuk ve yetişkin zanlıların bir arada mahkemeye çıkarılması.

Utanç davası adı verilen bu davada mağdurun avukatı, çocuklarla büyüklerin aynı ortamda yargılanması çocukları kötü etkilerken, yetişkinlerin de kapalı oturum gibi çocuk mahkemelerinin imtiyazlarından yararlandırılmasının yanlışlığına dikkat çekerken zanlı olarak yargılanan çocukların velileri de bu duruma itiraz ediyorlar.

Yine Mersin’de okula gelen polis tarafından okul koridorlarından tutanaksız ve okul formasıyla alınıp götürülen çocuk, kemik yaşı ölçülsün de 24 yaşından büyük çıkarsa tutuklansın diye Mersin Devlet Hastanesine götürülüyor.

Daha önce bir kez iki saat gözaltında tutulup bırakılan ve sabıka kaydı olmayan bu çocuk, polis gelmeden önce bir öğretmenin kendisini kenara çekerek senin kod adın ne diye sorduğunu ve kendisinin bir kod adı olmadığını söylemesi, çocukları yetişkinlerin dikkatsiz davranışlarıyla kodlayan hatalarımıza örnek oluyor.

Yanlış ekip, doğru biçmeyi bekleyen bu defolu tutumların, kurbanı olan çocuklarımızın büyüyünce nasıl bir yetişkin olacakları şimdiden belli değil mi?

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

6 Kasım 2012 Salı

Olgunun Gerçeği ile Algının Gerçeği


“Başbakanlık’a göre Kemalizm: -Çocuk okula mutlu girer, asık surat çıkar-
FIRAT KOZOK ANKARA –
Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, Facebook sayfasında skandal bir çizgi video paylaştı.

Kemalizm gerçeği - başlıklı videoya göre okula güle oynaya giren bir grup çocuk, okulun arka kapısından fabrikalardaki yürüyen bantlar üzerinde tek tip ve asık suratlı olarak çıkıyor. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın 13 bin 402 kişi tarafından izlenen resmi Facebook fan sayfasında, paylaşılan videoda, kızlı erkekli bir grup çocuk neşe içinde okula geliyor. Bir süre sonra okulun arka kapısında fabrikalardaki bant gibi bir mekanizma üzerinde çocuklar çıkmaya başlıyor. Çocukların giriştekinin tam tersi mutsuz, asık suratlı ve tek tip haline geldikleri görülüyor. Kurum, tepkiler üzerine videoyu daha sonra yayından kaldırdı. (Cumhuriyet 01.11.2012)”

Toplumların resmi eğitim sistemlerini düzene uygun kafalar yetiştirici fabrikalara benzetilmesi genel geçer bir benzetme olarak pek çok ülke eğitimi için kullanılır. Bunu belli bir sistemi eleştirmek için kullanmak doğruyu yansıtmadığı için bu benzetmenin çatışmalı algılar doğrultusunda kullanıldığı ortada.

Eğitim kavramı için pek çok toplumda geçerli olan bir anlamlandırmanın, zihinsel alt yapıları çatışan tarafların birbirine silah olarak kullanılması farklı bir gerçekliği yansıtıyor.

Olgunun gerçeği ile algının gerçeği arasındaki farkın kavranması ise yine eğitimle sağlanabilir.

Eğitimde asıl amaç, çocukları bilgilerle donatıp, güdümlemek değil, gerçeği yansıtmayan kodlanmaların kurbanı olmayacak biçimde eğitmek yani, olan bitenin gerçeği ile bunların algılanışından doğan farkı kavrayacak bir bakış kazandırmak olmalı. Bu da, gerçeğin nasıl farklı anlamlarla yorumlanacağını ve bunu yaratan etkenleri kavratıcı bir eğitimle mümkün.

Genel olarak olan bitenin algılanması, ideolojik değerlendirmeler kadar kişilerin bilgi ve zihinsel gelişme düzeyine göre de farklılaşır. Çoğunlukla kişiler arası çatışmalara bu anlamlandırma farkı neden olur. Olan bitene aynı anlamı yükleyenlerin çatışması da, düşünce biçimlerindeki kişisel farka dayanır ki, bu da, tarafların tek yanlı veya karşılıklı olarak birbirlerinin dediklerini kavramamalarından oluşmakta, fikirsel değerlendirmemenin yerini çoğunlukla önyargılı ve duygusal değerlendirmelerin almasından doğan yanılsamalara yol açar.

Olan bitene aynı anlamı yükleyenler arasındaki çatışma ile farklı anlamı yükleyenler arasındaki çatışmalarda ise doğal ve eğitimsel yönden farklı zihinsel kodlanmaların belirleyici olmasını hesaba katmak ise başlı başına bir eğitimdir. Bu da çocukların anlama alt yapılarının bu gerçeğe göre inşa edilmesini sağlamakla olacaktır.

Çocuklara, akla kara mantığı yerine grileri hesaba katabilmeyi öğretmek, gerçeği doğru kavrayabilmelerine zemin hazırlayacak önemli bir eğitimsel evredir. Yoksa herkes kendi kodlanması kadar gerçeği kavrayacak, örnekte görüldüğü gibi gerçeği yansıtmayan yorumlar gerçeğin yerine konulacaktır.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

30 Eylül 2012 Pazar

Çocukların Hakları


Çocuk hakları kavramının temeli yirminci yüzyılın ilk yarısında oluşmaya başlasa da, uluslararası sözleşme halinde kabulü ve ülkemizin de taraf olarak bu sözleşmeyi imzalaması insanlık tarihine bakınca henüz çok kısa bir geçmişe sahip.

Haklarının bilinciyle büyüyen ve büyütülen çocuklar arttıkça toplamlardaki insan hakları kavramı ve demokrasi gelişebilir. Bu nedenle çocuklardan önce onlardan yasal ve toplumsal olarak onlardan sorumlu sayılan devlet aile ve tüm yetişkinlerin bilincine yer etmesi gerekiyor.

Nesillerden nesillere aktarılacak bir hak-hukuk kültürü, bireyler kadar toplumları ve insanlığı daha geliştirebilir.

“Çocuk Gerçeği”nin kavranmasıyla her alanda gittikçe gelişen “çocuk” bilinci, bunlara dikkat çeken günlerle altı çizilerek benimsenecektir.

Her yılın Ekim ayının ilk Pazartesi gününe rastlayan Çocuk günü ve devamındaki hafta çocuk hakları savunucularına da bu açıdan önemli olanaklar sağlıyor.

Çocuk hakları sözleşmesinin maddelerine bir göz atmak bu konunun yaşamın çeşitli alanlarında nasıl etkili olacağını düşünmek ve uygulamayı benimsemek ama her şeyden önce doğru algılamak önemli.

Aşağıda yer alan temel maddelerin başta devleti yönetenler olmak üzere devletin, anne babanın, velilerin, öğretmenlerin, hukukçuların, doktorların en önemlisi de yasa çıkaran siyasetçilerin özetle her kesimden yetişkinlerin dikkat alanında bulunması gerekiyor. Çocuk Hakları Sözleşmesinde toplam 54 madde bulunsa da, 45 maddeden sonrakiler devletleri ilgilendiren prosedürlerden oluşuyor.

Çocuk Hakları Maddeleri; 

"1- Her birey on sekiz yaşına kadar çocuk olarak kabul edilir. Her çocuk vazgeçilmez haklara sahiptir.

2-Çocuk Hakları, bütün çocuklar içindir. Doğum yerleri, konuştukları dil ne olursa olsun fark etmez. Büyüklerinin inançları ya da görüşleri nedeniyle hiçbir çocuğa ayrım yapılmaz.

3- Çocuklarla ilgili bütün yasa ve uygulamaları oluşturanlar, önce çocukların yararını düşünmek zorundadır. Devlet, çocukların koruma ve bakımını üstlenenlerin sorumluluklarınıyerine getirmeleri için önlemleri alır ve onların sorumluluklarını yerine getirip getirmediklerine bakar.

4- ÇHS’de yazılı olan hakların uygulanması için gereken her türlü çabanın gösterilmesi gerekir. Devlet çocukların bu haklardan yararlanmasını sağlar.

5- Devlet, hakların uygulanması konusunda çaba gösterirken başta anne baba olmak üzere çocuktan sorumlu olan kişilerin haklarına karşı saygılı olur.

6- Yaşamak, her çocuğun temel hakkıdır ve herkesin ilk görevi çocukların yaşamını korumaktır.

7- Her çocuğun bir isme ve vatandaşlığa sahip olma hakkı vardır. Devlet, çocuk doğduğunda bu ismi kaydeder ve çocuğa bir kimlik verir.

8- Çocuklara verilen isim, vatandaşlık hakkı ve aile bağları korunmalıdır. Tüm bunlar zorla değiştirilemez ve alınamaz, değiştirilmek istenir ya da çocuğun elinden bu haklar alınırsa devlet bu duruma karşı çıkmalıdır.

9- Her çocuğun ailesiyle birlikte yaşama hakkı vardır. Anne baba çocuğa bakamıyorsa, çocuk bu durumdan zarar görmesin diye ona başka bir bakım sağlanmalıdır. Bu durumda da her çocuğun, anne ve babasıyla düzenli olarak görüşebilme hakkı vardır.

10- Anne babası ayrıülkelerde yaşayan çocukların aileleriyle birlikte olabilmeleri için devletler kolaylık gösterir.

11- Anne ve babalarının izni olmadan hiçbir çocuk başka bir ülkeye götürülemez. Çocuklarıbu şekilde başka yerlere götüren kişilere karşı mücadele edilmesi gerekir.

12- Her çocuk, görüşlerini serbestçe ifade etme, kendisini ilgilendiren her konuda görüşlerinin dikkate alınmasını isteme hakkına sahiptir. Herkesin çocuklarıdinleme, onların fikirlerini öğrenme ve onlara saygı gösterme sorumluluğu vardır.

13- Her çocuğun duygu ve düşüncelerini istediği şekilde açıklama hakkı vardır. Çocukların da başka kişilerin zarar görmemesi için gerekeni yapmaları gerekir.

14- Her çocuğun, kendi düşüncesini geliştirme ve istediği dini seçme hakkı vardır. Bu konularda çocukları büyüten yetişkinlerin de onlara yol gösterme hakkı ve sorumluluğu vardır.

15- Çocukların arkadaşlarıyla barış içinde toplanabilme, dernek kurabilme ya da derneklere üye olma hakkı vardır.

16- Hiç kimse çocukların onurunu kıramaz, onları küçük düşüremez, özel hayatına karışamaz. Çocukların bu hakkı yasalarla korunur.

17- Devlet, kitle iletişim araçlarının, çocuğun gelişimi açısından önemini kabul eder. Çocuğun bunlarla çeşitli bilgi ve belgelere ulaşmasını sağlar, kendi kültürü ve dili bakımından bu araçlarla alabileceği gereksinimleri karşılar. Ayrıca kitle iletişim araçlarının verebileceği her türlü zarardan çocukları korur.

18- Çocukların yetişmesinden ve gelişmesinden sorumlu olan büyükler, bu sorumluluklarını en iyi biçimde yerine getirirler.

19- Hiç kimse, çocuklara karşı olan sorumluluklarını onlara zarar verecek şekilde kullanamaz. Devlet çocukların hiçbir zarara uğramaması için her türlü önlemi almakla yükümlüdür.

20- Her çocuğun ailesinden yoksun kaldığında ya da aile ortamı onun için uygun olmadığında devletten özel koruma ve yardım alma hakkı vardır. Anne babasıyla birlikte yaşayamayacak çocuklar için özenli bir araştırmayla iyi aileler bulunur.

21–22- Yaşadığıülkenin dışında bir başka ülkeye gitmek zorunda kalan her çocuğun, gittiği ülke tarafından korunma hakkı vardır.

23- Engelli çocukların özel olarak korunma ve saygı görme hakkı vardır. Devlet engelli çocukların bakımını, eğitimini sağlayacak kurumları oluşturma sorumluluğuna sahiptir. Engelli çocukların ailelerine her türlü yardım yapılır.

24- Her çocuğun sağlık hizmetinden yararlanma hakkı vardır. Hastalıklardan korunması devletin ve toplumun güvencesi altında olup çocukların beslenmesine, aşılanmasına, çevrenin temizliğine ve diğer sağlık koşullarına dikkat edilir. Hastalanan çocuklar tedavi edilir.

25- Çocuk haklarına uygun olarak kreşler, çocuk yuvaları, yurtlar, okullar, çocuk hastaneleri oluşturulur, bunlar düzenli olarak kontrol edilir.

26–27- Her çocuğun gelişme hakkı ve sağlığı güvence altında olmalıdır. Bu konuda çocukların daha iyi bir yaşam sürdürmeleri için gerektiğinde yardım edilir.

28- Her çocuk eğitimini tam yapabilmek için desteklenir ve korunur. İlköğretim parasız ve hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm çocuklar için hak ve zorunludur.

29–30- Çocuklara verilen eğitim onların gelişimlerini en fazla ölçüde sağlayacak düzeyde olmalıdır. Eğitim, çocukların hoşgörüsünü, kendi kültürüne ve farklı kültürlere saygısını,ayrımcılığa karşıtlığını, doğaya saygısını arttıracak biçimde düzenlenir. Çocuğun kendi kültürü, bulunduğu ülkedekinden farklıysa gelişim ve eğitim hakkının her aşamasında buna gereken özen gösterilir.

31- Çocukların boşzamanlarını değerlendirebilmeleri, kendilerini geliştirebilmeleri için oyun bahçeleri, çocuk kulüpleri, kütüphaneler, spor ve kültür merkezleri açılmalıdır. Her çocuğun bu tür etkinliklere katılma hakkı vardır.

32- Çocukların okula gitme, oyun oynama hakkı vardır. Onlar yetişkinler gibi çalıştırılamazlar. Çalışmak zorunda kalırlarsa yapacakları iş onların sağlığı ve eğitimleri için sorun oluşturmamalıdır.

33- Bütün çocuklar her türlü zararlı maddelere karşı korunur. Bu tür maddeleri üretip çocuklara veren kişiler cezalandırılır.

34- Çocukları bedensel ve ruhsal yönden örseleyecek hiçbir yaklaşıma izin verilemez.

35- Devlet, çocukları koruma ve çocukları kaçırıp onları satan, onları çalıştırmak isteyen kişilerle mücadele etme sorumluluğuna sahiptir.

36- Hiçbir kişi kendi çıkarları için çocukları kullanamaz. Devlet böyle bir duruma karşı her çocuğu korur.

37- Çocuklar hiçbirşekilde insanlık dışı yöntemlerle ya da aşağılanarak cezalandırılamaz. Bir çocuk suça itilmişse ona uygulanacak ceza yaşına ve gelişimine uygun, onun eğitimini engellemeyecek şekilde olmalıdır.

38- Her çocuğun barışortamında yaşama ve savaşlardan korunma hakkı vardır. Çocukların askere alınmaması gerekir. Devlet, çocukları silahlı çatışmalardan ve sonuçlarından korumakla sorumludur.

39- Çocuklar çeşitli nedenlerle zarar görmüşlerse onların iyileştirilmeleri için çalışmalar yapılır, bir daha aynı şekilde zarar görmemeleri için önlemler alınır.

40- Yasalarla sorunu olan çocuklar bu durumdan tek başlarına sorumlu değildir. Çocuklar farkında olarak kimseye zarar vermez. Suça itilen çocuklar, yetişkinler gibi cezalandırılamaz, özel yasalarla yeniden topluma kazandırılırlar.

41- Bir devletin yasaları burada belirtilen hükümlerden daha iyiyse, bunlar hiçbir şekilde değiştirilemez.

42- Devlet, ÇHS’nin herkes tarafından öğrenilmesini sağlar.

43- ÇHS’nın uygulanmasını değerlendirmek üzere Çocuk Hakları Komitesi kurulmuştur.

44- Devlet ve o ülkede yaşayan insanlar Çocuk Hakları Komitesine, çocuk haklarıyla ilgili durum hakkında bilgileri vermekle sorumludur.

45- İlgili kuruluşlar Çocuk Hakları Komitesinin çalışmalarına kolaylık ve yardım sağlar."

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

2 Eylül 2012 Pazar

Niye Dayılanarak Yürüyorsun?


Medyada yer alan bir haberden öğrendiğimize göre: Polis yolda yürümekte olan 11 yaşındaki bir çocuğa niye öyle dayılanarak yürüyorsun diye sormuş.

Çocuk da dayılanmıyorum benim yürüyüşüm böyle abi deyince, çocuğa ve yanındaki arkadaşlarının yüzüne biber gazı sıkmış.

Astım hastası olan çocuk kendisini olay yerine yakın olan babasının dükkanına zor atmış Hastaneye zor yetiştirilmiş.

Güvenlikten sorumlu Polisin gelen geçenin yürümesine, gülmesine karışması ve elindeki biber gazını haşere ilacı kullanır gibi beğenmediklerine sıkması karşısında kimin güvenliği diye donup kalıyor insan.

Bu konuya kim el koyacak?

Çocukları çok sevdikleri her hallerinden belli devlet büyükleri mi?

İçişleri Bakanının biber gazlarımızın organik olduğu için içi rahat olduğunu bildiğimizden bu konuyla ilgilenmesini ondan  beklemeyeceğimizi biliyoruz.

Aile Bakanımız Fatma Şahin mi?

Çocuklarla el ense çekmeyi seven Spor Bakanımız mı?

Yoksa çocuk kurtulsun diye dua etmekle mi yetinilecek?

Hatta mümkünse, çocuktan yürüyüşünü değiştirmesi mi istenecek?

Parkta oynayan çocuğun sustalı kurşunlara maruz kaldığı bir ülkede sokağa çıkmamak en iyisi mi olacak?

Güvenlik konusu bu çağın özellikle ülkemizdeki yaşama şansının en önemli sorunu. Çocuklarımızı parkta, yolda hatta evde bekleyen tehlikelere bakınca, ayrıca nüfus planlamasına gerek kalmadığı anlaşılıyor. Galiba onun için üç tane yapın hangisi sağ kalırsa onunla devam edersin deniyor.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Okul Öncesi Okul Değildir


Okul öncesi eğitim, çocukların zihin gelişimlerinin önemli bir bölümünün tamamlandığı okul öncesi döneminde onları okula gitmeye hazırlayan bir alandır.

Bu hazırlık çocuğa okula başlamadan bir yıl önce, okulların içinde ana sınıfı açılarak sağlanması okulöncesi kurumlardan bekleneni oluşturmadığı için yeterli değildir.

Bu nedenle okulöncesi eğitim, devletçe sağlanması gereken önemli bir çocuk hakkıdır.

İnsan beyninin gelişiminde çok önemli bir dönemi yansıtan bu yaşlardaki gelişime katkı sağlamak, daha sonraki eğitimin alt yapısını hazırlamak anlamına da geldiğinden, bunun gerçekleşme yüzdesi de çoğunlukla o ülkenin temel eğitiminin sağlamlığını işaretler.

Bu nedenle okulöncesi eğitimin ülke çapında gerçekleşme yüzdesi çok önemsenen bir kıstastır. Bu konuda geri olan bir ülkede bu açığı okul bünyesine ilave edilen ana sınıflarıyla karşılamak veya çocukları bu dönemde okula başlatmak çok yönlü bir eksidir.

Radikal ve hazırlıksız uygulamaları, çocukların okula hazır olma ölçümlerini doktor veya nörologların raporuyla sağlanacağını sanma yanılgısı ise ilgililerin bu konuda yeterli bilgi ve inisiyatife sahip olmadıklarını gösteriyor.

Bazı uzmanlarca değinilen, okula başlama yaşının erkene çekilmesi örneklerinde ancak tam bir okulöncesi eğitim verilerek olumlu sonuç alınabileceği gerçeğini dikkate almadan başka ülkelerde de olduğunu iddia eden yetkililerin, bu önemli noktayı es geçmeleri durumun sadece bilgi eksikliğinden kaynaklanmadığını düşündürüyor.

Bilgisizlik ve pervasızlıkla bütünleşen ben yaptım oldu uygulamalarının nasıl bir eğitilmiş (!) insan tipi oluşturacağını tahmin etmek mümkün.

Bireysel ve toplumsal yaşamın kalitesini etkileyen böyle eğreti temellendirmelerin eğitim reformu nitelendirmesiyle gittikçe yaygınlaştığını gören anne babalar endişe içindeler. Onların bu endişelerini yalap şap çarelerle gidermeye kalkan sorumluların, bunca bilimsel ve toplumsal itiraza karşı yanlışlarında devam etmeleri, millet isteği adına kendi isteklerini değerlendirdiklerini ortaya çıkarıyor.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

14 Ağustos 2012 Salı

LÜTFEN DİKKAT!


Milliyet yazarı Abbas Güçlü, 11 Ağustos tarihli yazısında bulutların toplanmaya başladığı yeni fırtınayı analiz ederek 4+4+4’te son kararı kim verecek diye soruyor.

Çok önemli bir sorunu geriye dönük incelemeler ve seksenlerde denenip tutmayan girişim örnekleri ile doktorlara yüklenmeye çalışılan anlamsız sorumlukları ve onların konuyla ilgili itirazları olmak üzere enine boyuna pek çok yönden incelemiş.

Özetle, “doğru kararları yanlış uygulamalarla zaafa uğratmayın” deyip yanlışlığı açıkça ortada olan karardan dönülmesi gerektiğine dikkat çekiyor.

Gerçekten böyle önemli bir önemli konuyu oldu bittiye getiren uygulamayla bir nesil üstünde daha çok önemli ve kalıcı hasarlar oluşturulmasını önlemek gerekiyor.

Bu da herkesten önce yapılan itirazları yamalı çareler sunarak düzelttiğini sanmak yerine dikkate alan bir davranışa sahip olması gereken Milli Eğitim Bakanı ve bakanlığına düşen bir sorumluluktur.

Özellikle eğitim alanında şimdiye kadar çok görülen ve her öğrencinin yaşamını bir dönemde etkileyen, alt yapısı hazırlanmadan toplu değişimleri başlatma alışkanlığının yeni bir örneği olacak bu düzenlemeye, bilinçli hiçbir velinin onay vermemesi gerekir. Ama ne yazık ki otomatik olarak çocuklarının kaydı yapılan pek çok velinin uygulamalardan çok hayali teminatlar üzerinden uymaya razı edildiğini, edileceğini ve de maddi olanaksızlıklar nedeniyle bu uygulamaya yatkınlık göstereceğini biliyoruz.

Sağlanan bu yatkınlığın da, karşı duranların tüm bilimsel itirazlarını bir yana bırakıp millet arzusu olarak kamuoyuna sunulacağını ve eleştirilerin dikkate alınmayacağını biliyoruz.

Ama artık ortak aklımızın bu nesilleri kurtarma kararlığında daha akıllı davranması gerekiyor.

Çocuklarımız üzerinden toplumun geleceğini kurtarmak için bu kadar örnek artık yetmeli. Biraz sağduyulu ve bilimsel verileri kale alan bir kamuoyu oluşmalı.

Yoksa birkaç nesli daha bilimsel verilere rağmen örtülü politik vaatlerin rövanşına kurban edeceğiz.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

5 Ağustos 2012 Pazar

ÇOCUKLAR İLERİ Mİ ALINACAK GERİ Mİ?


Çocukları bu yıl yeni okula başlayacak veliler, sıkıntı ve şaşkınlık içinde. Okulların açılma ayı olan Eylül’e az kaldı.

66 ayı dolduran çocukların okula başlamasını uygun bulan yeni düzenleme gereği henüz ilkokula hazır olmayan çocuklar okula başlamak zorunda olunmasının kısa bir süre sonra yeni bir kaosun yaratacağı belli. Zira bazı yerlerde 66 ayı dolduran çocukların otomatik olarak kayda geçirildiği görülüyor ki bu veliye seçme hakkı bırakılmayacağını gösteren bir tavır.

Milli Eğitim Bakanı tarafından yenilerde yapılan bir açıklamada, tartışması hala süren okula başlama yaşının uygulamada veliye bir seçme şansı tanıyormuş gibi sunulmasına karşın velilere koşulan şart bu serbestliği zorlayıcı nitelikte.

Zira Milli Eğitim Bakanı, eğer veli çocuğuna bu yaşı uygun bulmuyorsa, çocuk nörolog veya psikiyatrisinden rapor alarak erken başlamama hakkını kullanabilecek diye açıklıyor.

Çocuğun genel gelişimi açısından içereceği sakıncaları şimdiden gösteren bu şartın bu biçimiyle veliye bir seçme özgürlüğü bırakmadığı ortada.

Çocukların genel gelişim aşamaları okulöncesi eğitimi zorunlu kılarken bunu ülke çapında henüz gereken oranda gerçekleştiremeyen sorumluların böyle bir genelleme ile uygulamaya kalkmaları çocuğun ihmal ve istismarına giren yanlar içermektedir.  

Tam tersine özel rapor alarak çocukları bu yaşta okula başlatmak belki olayın, genel geçerlilik taşımaması yönünden daha anlamlı olabilir. Ama çocuğun yüksek yararı açısından bakınca her iki duruma da hayır demek gerekir.

Zira eğer çocuk normalinde okul eğitiminden önce gereken sürede okul öncesi eğitim kurumuna yollanmış ve bunun üzerinden okula başlayacaksa, farklı sonuç, değilse, farklı sonuç alınacağı bazı ülke uygulamalarında gözetilen ve erken yaş eğitimi uzmanlarınca üstünde durulan önemli bir nokta.

Okulöncesi eğitimin zorunluluğu çocuğun yaşsal gelişiminden çok, anne babanın çalışması nedeniyle gerekliymiş gibi algılandığı ülkemizde, bu dönem eğitimi ana sınıflarıyla telefi edilmeye çalışılan ve gereken yüzdeye henüz ulaşamamış bir uygulamadır.

Çocukların gelişiminin bu tür raporlanmasıyla doğacak farkın, sonuçta çocuk yararına sonuçlanmayacak yorumlara açık olduğu ortadadır.

Zeka testleriyle çocukların ayrıcalıklarını kuru bir yarış haline getiren anne/baba bilinçsizliği ve imkansızlığına bir de devlet eliyle katılanlar eklenirse, sonucun çocuğun yararına olmayacağı bellidir.

Hatta bu raporların ileri eğitim hayatının toplu sınav sistemleriyle ölçülmesinde bir eksi puan olarak kullanılmaya kalkışılacağını şimdiden söylemek kehanet olmaz.

Gelişimleri zaten eşitsizlikler üzerinden sağlanan çocuklarımıza böyle kontrolü mümkün olmayan artı/eksi puan ve başarı ölçütleri yaratmaya kimsenin hakkı yoktur.

Bakanlık yeni eşitsizlik noktaları yaratmak yerine, bilimsellik ölçülerine uygun yeni uygulamalarla eğitimsel eşitlik yaratmaya çalışmalıdır.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

29 Temmuz 2012 Pazar

Dayak Genetiği!


Dayak olgusunun insan bedeninde oluşturduğu fiziksel ve ruhsal zedelenmenin yanı sıra üstünde fazla durulmayan en önemli sakıncası, özellikle küçük yaşta dövülen çocuklarda genetik şiddet yatkınlığını aktif hale getirmesi. İlgili bilimsel çalışmalarda gittikçe daha fazla üzerinde durulmaya başlanan bu konu, dayağın oluştuğu ve oluşturduğu etkileşimlere daha çok dikkat çekiyor.

Bireysel ve resmi eğitim adına çocukları dayakla terbiye etmenin toplumumuzda eski zamanlardan bu yana neredeyse erdem gibi algılandığını görmek için atasözleri ve deyişlere bakmak yeterli.

Bu nedenledir ki genellikle dayak yiyerek büyüyenler, dayakla adam oldukları fikrini benimseyip kendi çocuklarını da dayakla büyütmeyi iyi eğitimin şartı sayabiliyorlar.

Dayakla büyüyenler veya dayak döngüsünün doğal görgü ortamında kodlananlar kendi ilişkilerinde de bunu kullanmakta sakınca görmüyorlar.

Böylece; bir davranış mirası olarak nesilden nesile aktarılan dayak, insan ilişkilerinin her türünde sorun çözücü olarak algılanan kültürel bir kodlanmaya sahip oluyorlar.

Genetik şiddet yatkınlığını açığa çıkarmada dayağın oynadığı rol üzerinde durulması gereken önemli bir bulgu. O nedenle  son zamanlarda iyice artış gösteren şiddet uygulamalarında her şeyden önce bu yatkınlığın rol oynadığı üzerinde duruluyor.

Çocuğunu veya öğrencisini onun iyiliği için dövdüklerine inananlar, aslında sadece çocuklarını dövmekle kalmayıp toplumun şiddet yatkınlığının yükselmesine de katkı sağlıyorlar.

Bireysel takdirleriyle sadece çocuğun canını ve ruhunu acıtmakla kalmıyor toplumun da canının yanması için zemin hazırlamış oluyorlar.

Dayak yedikçe uslanacağı sanılan ve yediği dayakların şartlı refleksiyle gerçekten de dayak yemeden durulmayan insan modeli, sorun çözmede dayak olmadan sonuç alınamayacağı kabulünü ve dayağın cennetten çıkma olduğu inancını da tartışılmaz kılabiliyor. Bu da dayağa rağmen dayağı geçerli hale getiriyor.

Çocuklarını dövmeyenler dizlerini dövmeyi tercih etmiyor. Toplumun şiddet ortalamasını aşağıya çekmede rol oynayarak insani gelişime katkı sağlamış olduklarını bilmeliler.

Minik bireyler olarak insanlar arası iletişimin dayaktan geçmediğini anlatmak, bireylere akılsal iletişimin önemini kavratmak, toplumların duygusal motivasyonlu şiddet çemberinden akılsal iletişime ulaşabilmenin en temel yolu oluyor.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

18 Temmuz 2012 Çarşamba

HUKUKÇULARIN “ÇOCUK GELİN” BİLİNCİ


Bu yıl ilk öğretimde başlatılacak 4+4+4 uygulamasından önce, lise dokuzuncu sınıfa başlayan her yüz öğrenciden 45’inin liseyi bitiremediği ortadayken, bu yeni uygulamayla sekizinci sınıftan açık öğrenim ve meslek eğitimine geçebilme olanağı sağlayacağından kız çocuklarının erkenden evlendirilmesinin kolaylaşacağı da şimdiden belli oldu.

Ayrıca, küçük kızların okutulmadan, baş göz edilmesini sağlayan adetler ve ananelere, kimi, devlet adamımızın da böyle evlilikler yapmış olmalarından örnekler eklenince çocuk gelin sayısındaki artmaya karşın hukuki düzenlemelerin işlemesini sağlayan sorumluların bu alandaki bilinci çok önemli ve aksine gelişmeleri önleyici olacaktır.

Son zamanlardaki artışı dikkat çeken çocuk gelin haberleriyle birlikte verilen ve 16 yaşındaki kızının 2 yıldır nişanlı olduğu komşularının oğlu ile evlenmelerini sağlamak için mahkemeye başvuran kadın haberi, daha dikkat çekiciydi

Altı yedi yıl önce yapılan düzenlemelerle kızlar için evlenme yaşı 17’ye yükseltildiğinden hakim de annenin mahkemeye sunduğu evlenmesinde sakınca yoktur raporuna karşın “Evlenmek isteyen 1996 doğumlu küçüğün evlenmek için haklı bir nedeninin bulunmadığı, evliliğin anlam ve önemini kavrayacak psikolojik ve fiziksel durumda olmadığı” gerekçesiyle davayı reddediyor.

Çocuk gelin sayısındaki artışa karşı çocuk hakları bilincinin yasal alanda da yaygınlaşmasına karşı verdiği bu karar için görevini gereğince ve bilinçle yaptığından, dikkati soruna toplamak amacıyla kişi adı vermeden hakimi kutluyor ve bu yolla yasal bilinç gelişiminin önemini vurguluyoruz.

Çocuk yaşta ailece namusunu koruma adına paketlenip ele verilen kızlarımız, reşit olmadan Basra’ya yaz tatili için gelen zengin turistlerle para karşılığında geçici olarak evlendirilen Mısırlı yüzlerce kız çocuğunun yanında daha talihli görünseler de, çoğunun çocuklarının gözleri önünde kocalarınca öldürülmüş olarak geri verilebildiğini de unutmamak gerekir.

Çocuk haklarının, hukuk adamlarınca içselleştirilmesi ve böyle örnek kararlarla yaşama geçirilmesi, emsal oluşturarak çocuk gelin olayının yükselen rakamsal oranında gerileme sağlayacak bir umut oluyor.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

6 Temmuz 2012 Cuma

MERAK ETME BİRŞEY OLMAZ (!)


Bilimselliğe uzak kafaların çok sevdikleri ifadelerden olan bu teminat sözü, genellikle kendi sorumluluk ve bilgi alanlarında olmayan sorunlarda kullanılır.

Bu ifadenin ardında her şeyi kendi bildiği kadardır sanma  aymazlığı ve de 'ya olursa' şüphesinin, 'olacağı varsa, olur'' kabulüyle anlamsızlaşan kadercilik algısı yatar.

Sözün ürkütücülüğü, zihniyetin kendisi kadar büyük işlere el atma cüretini de taşımasındandır.

Taşıdığı bidonunun gaz kaçağını elindeki çakmakla kontrol etmeye kalkan, ana sigortayı kapamadan elektrik tamirine girişen bir takım hizmet erbabı, müşterilerin şüphelerini bu sözle susturmakla her şeyden önce kendilerini tehlikeye attıklarını düşünmeyecek kadar kendilerinden emindirler.

Bu zihniyettekiler daha büyük işletmelerin veya projelerin başına geçince, olan biten facialardan neden kendilerinin sorumlu olduğunu da kabul etmeyen bir haklılık duygusu ve buna bağlı bir inkar tavrı gösterirler.

Yaptığı binanın çürük olması, arazinin inşaat için sakıncalı olması gibi, sundukları kamu hizmetinin sorumluluğunu üstlenmeyen bu zihinler, toplumda çoğaldıkça ortaya her alanda tuzak ve kazalara açık bir alt yapı çıkar. Uğranılan felaketlerde kendilerinden başka herkesi sorumlu tutan sorumlular her alanda boy gösterir ve cezalandırmalar çoğunlukla bu konuda sorumlu olmayanlara kesilir.

Sadece dayandıkları 'kaderde varsa, olur' tesellisi ile kendilerini savunan böyle kafalarla aynı düzeni paylaşmak safari alanında arabadan inmekle eş değer olsa da başka seçenek olmadığı için sürdürülür.

Bu tablonun altında bilime önem vermeyen ve her şeyi iman yoluyla halledeceğine inanan insan tipi vardır.

Bilimselliği inanca rakip gören eğitim algısıyla yetiştirilmeye kalkılan ve bu tabloyu içselleştirerek büyüyen çocuklarımız da aynı kodlanmalarla aynı düzeni yeniden üreterek toplum yaşamına adapte oldukça toplumsal düzenin yaşamsal tehlikeleri artmaktadır.

Buna en iyi örnek sel felaketlerinde karşımıza çıkan dere yatağına inşaat yapma aymazlığı.

Fransız balkonlu lüks konutların her şeyin düşünüldüğünü sandırması altında yatan cahilliği göz ardı ettiriyor.

Görüntüyü makyajlayıp özü görünmez kılma cinliği, düzenin pek çok alanında geçerli olunca bir yerde kazıklananı diğer yerin masumu olarak ödeşiliyor sanki.

Çoğunluğa egemen olan bu zihniyet sürerken nüfusumuzun insan niceliği mi, niteliği mi diye bakmadan çoğalmaya yönelmek cehaletin etki alanının büyültmekten öte ne işe yarar ki?

Bilgi çağını yeterince kavramayan bu zihinsel alt yapısı düzenin alt yapısını belirlediğinden övünülen büyümeden ne anladığımızı uluslararası ölçekte tekrar gözden geçirmeliyiz.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

3 Temmuz 2012 Salı

ÇOĞU ACIYLA KODLANAN ÇOCUKLARIMIZIN YETENEKLERİNİ KEŞFEDİYORUZ


Daha önce çocuk istismarı kapsamında çocukların şarkı yarışmalarında yer alma biçimini platform olarak eleştiren ve gazetede yayınlanan yazımızda değinerek sonra kaldırılmasına neden olduğumuzu düşünmüştük.

Kaldırılma nedeninin bizim dışımızda nedenlerle gerçekleştiğini öğrenince de konuyla ilgili algılamaların pek de farkında olunmadığına üzülmüştük.

Şimdilerde "Bir Şarkısın Sen" adıyla tekrar başlayan bu yarışmanın ilk bölümünü merakla izledim.

Özde bir şey değişmese de görüntü ve anlamsal olarak üzerinde durduğumuz noktalar açısından eskiye göre belirgin farklar içerdiğini görmek beni biraz umutlandırdı.

Bu bölümde 8-16 yaş skalasındaki çocuklar herşeyden önce çocukça kıyafetlerle ve çocuk gibi yarışıyorlardı.

Özellikle Güney Doğu’dan gelen ve doğal etkileşimlerin izleriyle birer küçük adam olan yarışmacılar seçimlerinde ve öykünmelerinde duygusal ve neşeli olmayan parçalara rağmen çocukluklarını gizlemiyorlardı.

Bu konuya karışılmamış olması veya karışılmadığı izlenimi edinmek umut vericiydi.

Daha önemlisi jürinin ölçütlerindeki dikkat noktaları, beklenen niteliklere yatkınlık taşıyor gibiydi.

Mesela çocukların daha neşeli ve gülen şarkılar söylemelerinin altının çizilmesi ve giyim kuşamlarının çocukca olmasının beğenilmesi gibi.

Fakat seçimlerinin gerekçelerini açıklayarak okudukları parçalar çocuklarımızın toplumsal etkileşimle nasıl acı ve hüzün yatkınlığıyla kodlandıklarını ortaya koyuyordu.

Daha önceki yarışmaya katılan bir ikisinin bugünkü halleri, müzikle ilişkileri açısından olumlu yanlar taşıyordu.

Bunun altının çizilmesi, çocukların seyirlik objeler haline getirilirken gösteri dünyasının gereklerine göre daha az yıpratıldığı ve çocuk olma hakkı tanındığını gösterse de özünde değişen şey, çocukların umutları üzerinden istismar edilme diye bakılan noktaların hala onlara yeteneklerini geliştirme olarak sunulup netice alınmaya kalkılmasıydı.

İlk izlemede oluşan bu değerlendirmenin daha sonra artı ve eksilerini takip ederek hangi mesajların kimlerce kabul edilmeye başlandığını görebileceğiz.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

EĞİTİM VAHŞİLİKLE SAĞLANABİLİR Mİ?


Adalarda sahibine çifte atan atı ortalarına alan arabacılar onu çeşitli maddelerle döverek adam etmeye kalkmışlar.

Haberi okuyunca hangisi hayvanca diye düşünmeden edemedim.

Atasözlerimizin çoğunda dışlaşan genetik bir anlayış da dövme ve dayağın hayvan ve insan için eş değer bir eğitim olarak algılanmasını gösterdiğinden, insana döverek birşey anlatmaya çalışmayı onu terbiye etmek sanan ortak aklımız, hayvanı da bu türden adam edeceğini sanıyor olmalı.

Neyse ki günümüzde yeterli olmasa da insan hakları, çocuk hakları kadar hayvan hakları kavramına da sahip bireyler ve onların oluşturduğu kamuoyu var.

Çağımızın açık ve ulaşımı önlenemez haberleşme düzeyi, olan biteni tüm açıklığıyla gözler önüne serdiği için şiddet ve vahşet her gün daha göze batar hale geliyor.

Kimi araştırmacılara göre insan vahşet ve şiddeti geçmişe göre azalsa da, her gün yüzümüze çarpan bu örneklerin çoğalmasıyla bizler, şiddet ve vahşetin daha arttığını düşünüyoruz.

Geçmişe dair saptanmış verilerde aslında insan vahşetinin doruğunda yer alan öyle uygulama örnekleri var ki onların yanında bugün ki vahşet örnekleri çok daha insani sayılsa da bugün vahşet ve şiddetin görünürlüğünün artması onun etkileşim alanlarını da arttırdığı için yeniden üretimine yol açıyor.

Uygar olmayı, modern yaşamı sağlayan tüm gelişmişlikleri kullanabilme becerisi olarak algılayanlar, aslında bu tür tepkiler ölçü alındığında sınıfı geçenlerin sayısı oldukça azalacaktır.

Uygar olmak, kişilerin sürekli oto kontrolüyle sağlanabilen ve sonucu insanlık hanesine bir artı ekleyen zor, yorucu bir çabadır.

Şiddet ve vahşetten uzaklaşmakla uygar olmak arasındaki doğru bağlantı insanlığın geleceği açısından çocuklara kazandırılacak en yararlı bilgidir.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

UYSA DA UYMASA DA


12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği gününde mendil satan çocuklar yürüyüş yaparak çalışmak istemediklerini belirtmişler.

Dünya Çocuk İşçi gününde çocuk işçiliğine dikkat çekmek için iyi bir girişim.

“Çocuk işçiliğine hayır”, “sokak değil, okul istiyoruz”, “ayakkabı değil geleceğimi boyamak istiyorum” gibi pankartlarla yürüyen çocuklar 75.Yıl Çocuk ve gençlik Merkezi’ne kayıtlılar. Yürüyüşü düzenleyen de Diyarbakır Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü.

“Parasız eğitim istiyoruz” pankartı açan gençlere gaz sıkıp, hapse atan siyasi iradenin küçük yaştakileri demokratik protesto kültürüne alıştırmaları yine göz yaşartıcı bir durum.

Bu çocuklar, hak arama kültürünü burada öğrendikten sonra üniversite de sürdüremeyeceklerini biliyorlar mı acaba?

Veya resmi denetimle oluşturulan hak arama tavrının vatandaş girişimiyle yapılmasının onun geleceğini mahveden bir cezaya dönüşmesi gibi tehlikelerin farkındalar mı?

Farkındalar ise bu çocuklar için önemli bir kazanım. Değillerse, bu çocuklar şimdiden doğru bir davranışa yanlış bilgilerle yönlendiriliyorlar demektir.

Gerçi, kendisine yapmaması söylenenlerin yapma diyenlerce nasıl yapıldığını görerek “Be demesene be” kültür ortamında büyüyen çocuklarımız, tutarsızlığın doğal bir tavır olduğunu da bildiklerinden olan biteni doğal kabul edebilirler.

Büyükler de yine bu doğrultuda kullanılmayan haklar sanki kullanılıyormuş gibi göstermekte bir sakınca görmediklerinden yapılanla söylenen birbirine tutmasa da her türlü baskıcı iradeye karşı her yerde hak kültürünü yaşama geçirenler varmış diye sevinebilirler.

Bunları düşünenler ise, umutlansınlar mı, üzülsünler mi karar veremiyor.

İşte burası hep belirsiz.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

9 Haziran 2012 Cumartesi

ORTALAMA AKLIN EĞİTİM DENEYLERİ!


Son zamanlarda okulların maddi ve manevi yapısal arızalarıyla oluşan gizil tehlikelere bir de okulların deneysel tatbikatlarında oluşan açık tehlikeler ve kazalar eklendi.

Birkaç ay önce okul bahçesinde yangın söndürme talimi yaparken ateşi söndürmek için kazara dökülen sakıncalı maddenin yangını büyütmesiyle çocuklar yaşamsal tehlike atlatmışlardı. Daha sonra yine bir okul laboratuar deneyinde oluşan kazada cıvanın ortaya yayılmasıyla çocukların bir kısmı cıva buharından zehirlenmişti. Son olarak yine İstanbul’da bir okulda deney tüplerinin patlamasıyla aynı tip bir okul kazası yaşandı. Bu olaylara, Türk’ün: deneyle imtihanı, bilimle imtihanı, akılla imtihanı mı yoksa, bilgiyi, bilimi, ve yaşamı ciddiye almama diye mi nitelendirmeliyiz.

Ortak düşünce ve tartışma alanımıza siyasilerce toplum sorunları olarak sunulanların, bu gerçek sorunları düşünmeyi önlemesi ayrı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Az arayla oluşan bu olaylara tek tük kazalar gibi bakılıp “Allah korumuş” diye teselli bulmaktan öte birşey yapılamadığı ise en önemli gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

Hepimizin yapıp ettiklerinin ortalamasından oluşan toplumsal akıl yaşı, her gün biraz daha gerilediği ve bireysel bilinçlerimizin tek başına böyle oluşumları önleyemediği ortadayken, ortak yaşamlarımızda hepimizi  daha böyle nice tehlikeler beklediğini düşündüren bu ürkütücü konu, en önemli sorunumuz olmalı.

Henüz mevcuda yaşatma ve eğitme garantisi sağlanamazken, doğurun siz bakamazsanız biz bakarız diyerek çocuk sayısını arttırıcı yasal girişimleri tartıştıran devlet yöneticilerine bu gerçekleri hatırlatmak yurttaşlık değil vatani bir görev bile sayılır.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org