ULUSAL İLETİŞİM AĞI

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Eğitim Kavramının Evrimi Üzerine

Cumhuriyet gazetesinde 24 Mayıs günü yer alan Figen Atalay’ın "Eğitim"in geleceği ile ilgili haberinde, Uluslararası Eğitim Forumundan ABD’li fütürolog Thomas Frey’in görüşlerine değinilmiş.

Gelecekte eğitimin; merak güdümlü aşırı bireyselleşmiş öğrenme, kendi temposunda organik olarak üretilmiş içerik, yaklaşım çeşitliliği biçiminde özetlenebileceğini ve öğretmenlere ve okullara daha az bağımlı hale geleceği ifade ediliyor.

Esas önemli saptamalar ise bugünün yaygın eğitim algısındaki toplumsal hatalarla ilgili.

Frey, toplumların ilerlemesini önleyen en önemli dört temel hatayı şöyle sıralamış:

- Öğrenciler öğretmenler olmadan öğrenemez,

- Sınıfın dışında öğrenme gerçekleşemez,

- Bitirmekle yetkinlik aynı şey,

- Mezun olunduğunda öğrenmeyle ilgili her şeyi ardında bırakmış olmak.

Bu yanılgılar, günümüzün teknolojik iletişim gelişimlerine her gün yeni bir boyut eklenmesiyle oluşan yeni gelişmeler nedeniyle bilgilenme ve öğrenme konusunda düşünen beyinlerin zaten şimdiden şöyle veya böyle görmeye başladığı noktalar.

Öğretmenin konumu ve niteliğinin, bilgi aktarandan öte bilgiye ulaşımı yönlendiren hale gelmesi, eğitim ölçüsünde, daha çok diplomanın hedef alınmasıyla diplomanın bilginin önüne geçmesinin tartışılır hale gelmesi, mezuniyet sonrası bilgiye önem verilmemesi, ömür boyu eğitimin önemsenmemesi yanılgısının anlaşılmaya başlanması gibi bilgi çağının öğrenme üzerinden yansıyan gerçekleri, her geçen gün daha iyi kavranıyor.

Bu alanda yeni insani sermayenin eğitimle nasıl inşa olacağının ipuçları da ortaya çıkıyor.

Aktarılıp çoğaldıkça kendi çöpünü de üreten sanal bilgilenme alanları gerçek ve doğruya ulaşımı tartışılır kılarken, doğru ve gerçek bilginin önemini de iyice ortaya koyuyor.

Sanal dünyanın olanaklarıyla kodlanan bilgi ve düşünce bağlantısında, bireysel düşünme yeteneğinin körelmeyeceği bir dünyaya mı evriliyoruz?

Kopyala yapıştır ürünü bilgiler düşünce için nasıl bir zihinsel temel oluşturuyor?

İnsan beyninin gelişimi için bu konuda düşünmek eğitim kavramı açısından iyice önemli hale geliyor.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Bu Kaçıncı Kanalizasyona Düşen Çocuk Haberi?

Çocuk yaşamının güvensiz olduğu bir ülkede yaşadığımızı her gün yayınlanan kaza haberlerinden anlıyoruz.

Sıklıkla haber olan kanalizasyona düşen çocuk haberleri bunlardan biri.

Bu olayların tekrar tekrar oluşması, toplumdaki zihinsel ve fiziksel alt yapı eksikliklerini gösterdiği gibi resmi ve sivil açıdan çocuklara dönük yetişkin dikkati ve de sorumluluk algısının gelişme derecesini de gösteriyor.

Bu tür düzen bozuklukları, toplumların ortalama akıl yaşının dışa vurumu olarak da değerlendirilebilir. Zira devamlı olarak çocuklar aynı tür tehlikelere maruz kalıp yaşamlarını yitiriyorlarsa, bunlar bireysel vakalar olamaz.

Anne-baba ve ailesel dikkat gelişiminin bu faciaların oluşumunu önlemede yeterli olmadığını gösteren bu olaylar, patlamaya hazır birer saatli bomba gibi çok yönlü altyapı eksikliklerini ortaya koyuyor. Ama sorumlularca algılanmadığı sürece tekrarının kadere dönüşmesi önlenemiyor.

Yine eğitim açısından öğretmen ve müdürlerce sergilenen pek çok tutumda da çocuklar ruhen ve bedenen yaralanıp yaşamlarını kaybedebiliyorlar.

Kısa bir süre önce okulda erkeklerle arkadaşlığı göze batan bir kız öğrenciye hademe yardımıyla gebelik testi uygulayan müdürün tavrı, tüm olan bitene karşın görevine devam etmesi ve bir süre sonra saçı uzun diye bir çocuğu saçlarından tutup kaldırıp tokatlaması, tekil olmaktan çok yaygın ve yanlış bir eğitim zihniyetini yansıtıyor.

Önemli olan bu tür olaylarda çocuk ve ailesinin ilgili kişi veya kurumlarla baş başa kalması ve sadece iki tarafı ilgilendiren tekil bir olay gibi değerlendirilip, yetkililerin cezasız kalması.

Aile ve veli bilincinin bu alanda gerektiğince gelişebilmesi için daha büyük mağduriyetlere uğramamak adına o anlık antlaşma sağlanıp geçiştirilmekle yetinilmemesi, hak arama hakkının başa iş açmayacak şekilde gerçekleşebilmesi gerekir.

Oysa aynı olayın ve tutumların devamı, gerçek problemin algılanmadığını gösteriyor.

Çocukların kurban gittiği bu olayların altında kişisel husumet denilen çatışmaların olduğu gibi genellikle eksik bilinçlenme ve yaygın bir toplumsal cehaletin yattığı da ortada.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

15 Mayıs 2011 Pazar

Büyümemiş Erkek Çocuğu Üzerinden Dışlaşan Ali Kaptan Sendromu!

Pek çok etkenle birlikte sanayi aşamasından geçmemiş toplumlarda, bireyleşme olgusunun da farklı olduğu saptanmış bir durum.

Kulluktan, yurttaşlığa ve oradan bireyliğe yükselen insanlardan oluşan toplumlarda toplum düzeni ve bireysel özgürlük gibi kavram ve değerler de farklı biçimleniyor.

Toplumumuz gibi batılı anlamda bireyin yetişmesinin zor ve azınlıkta olduğu ülkelerde, erkeklerin “Kadın”ı kendi mülkiyeti gibi algılamasını doğal karşılayanlar çoğunlukta.

Toplumun geniş bir kitlesi tarafından benimsenen Feodal değerlerin belirlediği bu sosyal kültür karmaşasında, gerçek anlamda bireyleşememiş bireyler olgusu da, farklı tablolar ortaya çıkarıyor.

Küçük erkek çocukların oyuncak mülkiyeti gibi biçimlenen benimseme duyguları, erişkinlikte de kız arkadaş, sevgili, nişanlı, eş konumlarındaki karşı cinsi, kendi mülkünde bir oyuncak gibi sahiplenme egosu olarak devam edebiliyor.

Hatta büyük bir çoğunluk için anne ve kız kardeşin de namus üzerinden evin erkek çocuğana kayıtlı olduğu bir sosyal algı egemenliği söz konusu.

Bazı bulgulara göre ortalama toplum aklının ilkokul çocuğu seviyesine denk geldiği toplum yapımızda, gelişemeyen bireysellik hak ve hukuk anlayışı da bu çerçevede gerçekleşiyor.

Bu nedenledir ki birlikteliklerinde kadını kendine ait bir obje olmaktan öteye algılayamayan ve istediği gibi sevip - dövdüğü eşini, ayrılınca da aynı aidiyet algısıyla çeşitli yönlerden zorladığı görülüyor. Bu durum kendisi kadar çevresince de kabul ve tasdik görerek beslenen bir doğal kabule dönüşebiliyor.

Bu yılın en reytingli TV dizilerinden biri olan Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinin baş erkek kahramanıyla da  özdeşleşen bu algıya, Ali Kaptan Sendromu diyebiliriz.

Erkeklik egosuna ait her türlü zaafı, Ali Kaptan üzerinden yansıtan bu sosyal tipleme, aynı duyguları ve davranışları yansıtan pek çok hemcinsince haklı bulunarak izleniyor olabilir. Zira Ali Kaptan’ın davranışlarına egemen olan paradigmanın mantığı kendini haklı görmek ve kendine hakim olamamanın itirafı gibi bir ben merkezci bakışın kolaycılığını yansıtıyor.

Yaptıklarının yanlış olduğuna kanaat getirdiği noktaları telafi etme çabası da, yine bu ben merkezci ve yetişkin aklından çok, gelişmemişlik açısından çocuk aklına yakışan biçimde dışlaşıyor.

Çocuklar gibi acizlikle baş edemediği duyguları yüzünden tüm dışındakileri toptan karşısına alma tavrının, aynı durumda olanlarca örneklenmesi ve benimsenmesi de kaçınılmaz oluyor.

Başarılı bir tipleme ve oyunculuk diye tasvip eden kimi izleyicilerin yanı sıra kahramanı canlandıran oyuncunun Ali Kaptan’dan nefret ettiğini söyleme ihtiyacı da modelin geniş bir algı ortamına hitap ettiğini gösteriyor.

Bu aile ve toplum dramları, kız ve erkek çocukların doğal çevrelerini oluşturan anne ve baba modellerinin doğal göreneği üzerinden kodlanan beyinlerle nesilden nesile aktarılıyor.

Bu değerlerin yeniden üretimine katkı sağlayan bu vukuatların, eğitim kodlanması ile kırılması da kolay olmuyor.

Çevre baskısının birey inisiyatifini yoksadığı toplumlarda bu tür modellerin etkisi, yanlışı göstermekten çok haklılığı gerekçelendirme işlevi de görebildiği için tartışma konusu oluyor.

Bu açıdan “Ayşe Paşalı davası” diye toplum hafızasına yerleşen kocası tarafından defalarca şiddete maruz kaldıktan sonra öldürülmesi önlenemiyen ve göz göre göre gerçekleşen koca cinayeti bu alandaki örneklerin en çarpıcısı olarak gündemde kalıyor.

Kadına şiddet olgusunu önlemeyi görev bilen girişimcilerin toplumsal baskısı ile de dikkat alanında kalan bu cinayet davası, kocaya indirimsiz verilen müebbet hapis cezasıyla noktalanabiliyor.

Bilinçli toplum kesimlerinin vicdanını biraz rahatlatan bu kararın yaygın kabulünün, erkek egosunun eğitimine katkı sağlayacağı umuluyorken, seyredilme cazibesi uğruna TV dizilerinde kullanılan zorlama sahnelerin de oto sansür veya yasak kavramlarıyla perdelenmeden entelektüel sorumlulukla ele alınmasını sosyal sorumluluk haline getiriyor.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

8 Mayıs 2011 Pazar

Sehvenin Sehveni

Geçen hafta yayınlanan OECD Aileler Değişiyor Raporu, ülkemiz için dört çocuktan birinin aç olduğunu söylüyor.

İnsanlarımız bu rapora göre çocuk yapmasalar da, gerçeği bu raporlar ortaya koyuyor.

Yetkililer bunları görmezlikten gelip bildiklerini okuyup kendi beyanlarını esas alsalar da yaşananlar gerçeği tüm çıplaklığı ile sergiliyor.

2,5 aylık Kübra bebek’in açlıktan öldüğü adli tıp raporlarıyla belgelenince, bebeğin açlıktan öldüğü haberinin duyurulmasını sehven diye düzeltmeye kalkan yetkili ilgisizler, bir şey söyleyemeden şok haberler içinde unutulmasını mı beklerler yoksa ciddiye alıp hal yoluna mı giderler bilmiyoruz.

Tek tük olaylardan biri gibi algılandırılan Kübra bebeğin açlıktan ölümü, aslında önemli bir sosyal gerçeğimizi ortaya koyuyor. 

OECD Raporu sadece bu durumu belgelemiş oluyor.

Bilindiği gibi OECD uluslar arası Ekonomik İşbirliği Örgütü olarak bu tabloyu sehven hazırlamaz.

Gerçeğin bilgisini, sehven yani yanlışlık oldu diye düzeltmek yanlış oluyor çünkü yanlışın yanlışı yani sehvenin sehveni gerçekleri daha iyi görmemize yol açıyor.

Ülkeyi yönetenler, bu tabloyu çok iyi bildikleri için mi ille de üç çocuk yapın geriye kala kala bir ikisi kalacak diye öğüt veriyorlar yoksa ayrımında mı değiller.

Sonuçta sehven iki çocuğu geçen ailelerin bu yanlışını da düzenin olanakları düzeltip, gerçeği herkesin yüzüne çarpıyor.

Yaşamın kendisi OECD raporlarından önce tabloyu hepimize gösteriyor.

Görmesi gerekenler görüyor mu bütün sorun burada.

Yoksa sehven mi yaşıyoruz ?

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

1 Mayıs 2011 Pazar

13 Yaş Çocuğuna Otomatik Namus Testi - Sonuç: Negatif!

Medya uyaranlarının yönlendirme ve etkileşiminin etkin olduğu günümüzde: kitle kültürünü, en büyük ve eş zamanlı güdümleyen medya etkileşimlerinin başında, dizi filmlerin sergiledikleri ortak bir yaşam algısı geliyor.

Erkek ağırlıklı şiddet uygulaması, cinsel taciz ve insan ilişkilerinin her alanında egemen olan şiddet gösterilerinde bu etkileşimin payı büyük.

Dizi filmlerin yansıttığı toplumsal olaylar ve kahramanların çoğunluğundaki fizik, fizyonomi ve ifade benzerlikleri, dikkat çekici bir aynılık içinde.

Ev ve giyim, kuşam dekorasyonundan her karede yansıyan yaşam standartlarına kadar birbirinin kopyası insanlar ve ilişkiler, yüzeysel ve modasal değişkenli bir kültür algısını yansıtıyor.

Bu kültürel biçimlenmeyi, gerçek yaşam olaylarında da görmeye başladık.

Eski dizi ve filmlerde kullanılan bayılan kadınların hamile olduğu çağrışımının, artık eczaneden alınıp uygulanan hamilelik testleriyle şüphe giderme çağrışımına dönüştüğü görülüyor.

TV dizi ve film kahramanlarının, bu alanda yeni bir davranış pratiği görgüsüne kavuşarak şüphe gidermek otomatiğe bağlanmış durumda.

İstanbul’daki bir ortaöğretim kurumu öğrencisi 13 yaşındaki bir çocuğun, erkeklerle geziyor gerekçesiyle okul müdür ve hademesi tarafından hiç sakınmadan hamile testine tabi tutulması da, bu kestirmeden şüphe giderme isteğini örnekliyor.

Şüphe giderme, bu kadar pratikleşince, durumdan vazife çıkaran ahlak eğitmenleri de bu yola başvurmakta gecikmemişler.

Namus testine döndürülen bu kolaylaştırılmış hamile testleri daha kimler tarafından kaç kız çocukta  denenecek diye insan düşünüyor. Zira birey onuru ve çocuk eğitiminin bu hale getiren yorumlamalar aslında namus üzerinden biçimlenen mahalle baskısının buralarda somutlaştığını gösteriyor.

Aileye haber vermeden önce bu girişimde bulunan sözüm ona eğitimcinin yanı sıra ailenin de aynı testi başka bir biçimde kullanıp sonuçtan emin olup rahatladıktan sonra yani çocuk çok yönlü hırpalandıktan sonra adalete başvurarak okul müdüründen şikayetçi olmasına ve hak aramaya kalkmasına ne demeli?

Gelişen iletişim teknolojileriyle konuşma ve ifadelerin kısaldığı iletişim ortamında, zaten olmayan düşünce alışkanlığının iyice ortadan kalktığını görüyoruz.

Olan biteni anlama yeteneği ve saptanan sorunları giderme biçimleri otomatikleşip, kısalınca, bu tür sosyal dramlar ve onların halli yolunda benimsenen tutum örnekleri de çoğalıyor.

Kestirme ve ön yargılarla pekişen bir anlayış ortamında, kime neyin nasıl anlatılacağı önemli bir sorun.

Korkulan o ki çocuklara ve gençlere daha okula başlarken namus testli uygulamaları, işgüzar eğitim aymazlıkları da yakın olmasın.




Kaynak gösterimi:  www.0-18.org  

Çocuk Bayramını Kutlama Bilinci!

Erişkin ortalaması çocuk kalmış bir toplum olarak çocuklara sunduğumuz fizik ve etik çevre bu kadar güvensizken 23 Nisan’ı nasıl kutlamalıyız sorusu önemli.

Bayramın çocukluğu ile Çocukluğun bayramı arasındaki toplumsal gerçeklere sıkışan ve ezberlettiğimiz tavırları sergilemelerini başarı diye alkışladığımız çocuklarımızla bu anlamlı günü kutlarken ne kadar samimiyiz ki?

Çocuk bayramı nedeniyle yılda bir kez dikkatlerimizi üstüne çevirdiğimiz çocukların içinde bulunduğu şartları, tüm gerçekliği ile kavrıyor muyuz?

Ortak bilgilenme alanına yansıyan toplumsal çocuk tablosunu gördükten sonra karamsarlık ve dertlenmek yerine çocuk gerçeğini kavramak ve düzelmesini sağlamak adına kişisel olarak çaba sarf etmenin gerekliliğini algılıyor muyuz?

Yoksa, tüm yılı, haklarının sağlanması yönünden ihmal ve istismara uğramış çocuklarımızın üzüntüsüyle geçirdikten sonra bir gün için tüm çocukları kutlama düzeyinde eşitleyerek bugün gez, eğlen, neşelen, yarın ne olacağını bilemeyiz demeye mi getiriyoruz?
Devlet düşünüyordur diye gerçekleştiğini ve gerçekleşeceğini bilmediğimiz çözümleri bekleyerek bayramın ertesi günü işimize gücümüze mi dönmeliyiz yoksa, sadece kendi çocuğumuzun değil tüm çocuklar üzerinden çocuk gerçeğini kavrama yolunda ne yapabileceğimizi mi düşünmeliyiz?

Seçimimiz çocuk gerçeğini biçimlendirecektir.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

Dinsel İstismar

Bazı kelimelerin kapsamına giren diğer anlamlarını düşündürtmeyecek biçimde tek anlama kilitlenerek çağrışım yapması düşünce alanını daraltıyor.

Çocuk istismarı sözü de bunlardan biri.

Çocukların istismarı çok yönlü bir kapsama sahipken sadece cinsel yönden ele alınması ve bu çağrışıma kilitlenmesi diğer istismarların önemini konu dışına itiyor.

O kadar böyle ki google üzerinden dinsel istismar yazıp arayınca cinsel istismar mı demek istediniz diye soruyor. Devamında da kastedilen anlamda ele alındığını gösteren bir değerlendirme yok veya ben göremedim.

Çocukların din olgusuyla ilişkileri Çocuk Hakları Sözleşmesinde de belirtildiği gibi genel olarak anne- baba veya ailenin isteği doğrultusunda gerçekleşen bir hak olarak değerlendiriliyor.

Çocuk hakkı, anne-babanın hakkıyla karıştırılmış gibi algılanabiliyor.

Acaba bu ne kadar doğru diye düşündüren de tam bu nokta.

Zira din konusu ve inanma özgürlüğünün, bireysel bir hak olarak ayrıca çocuklara tanınmamasıyla ilgili olması bu noktayı önemli kılıyor

Çocuk da olsa bireyin inanma özgürlüğü ile inanma ihtiyacının karşılanmasının birbirine karıştığı bu alan bence çok temel bir eğitim doğrultusu ve hakkını işaretliyor.

Çocuktaki inanma ihtiyacının, dinsel eğitim çerçevesinde çocuklara empoze edilen dini belletmelerle yönlendirilmesi, birey olarak o varlığa yapılan önemli bir müdahaleyi yansıtıyor.

Anne-babanın ait olduğu ve oluşturduğu doğal çevrenin her türlü kültürel etkisiyle doğal olarak kodlanan çocuklara, hangi dini öğrenmesi gerektiği empoze edilerek ilk yönlendirme yapılıyor.

Ailenin her türlü olanak ve kapasitesine mahkum olarak dünyaya gelen çocuklara bu ilk müdahalelerin anne-babanın doğal hakkı olarak görülmesi sosyolojik realite yönünden başka türlüsünün mümkün olmamasından kaynaklansa da, bireysel inanma hakkına yapılan bir müdahale olması gerçeğini değiştiremez.

İnsanların dini inanç kültürü çerçevesinde çocuklara belli bir dinin empoze edilmesiyle inancın etki alanına zorla sokulması arasındaki fark, çocukların dinsel istismarına giriyor.

Din bilgisi derslerinin zorunlu veya serbest olması tartışılsa da daha önce anne babanın kendi inanç ve fikirlerini çocuklarına zorla empoze edip etmeme hakkı da tartışılması gereken önemli bir konu.

Aile kendi inanç kültürünü yaşarken çocuğuna doğal bir etkileşim alanı yaratsa da ona inanç yönünden ayrıca buna zorlama hakkına sahip midir?

Bu, bireysel insan hakkı olarak tartışılması ve dikkat alanına alınması gereken bir konu.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

Sehven!

Son günlerde yıldızı yükselen bir sözcük SEHVEN.

Genellikle resmi hatalarda yapılan yanlışları ifade etmekte kullanılıyor.

Bu kelimenin sözlük tanımlamalarından birinde de yanlışlığın kim vurduya gideni diye yazmışlar.

Sözün yanlışlığa yüklediği anlam, kimin yaptığı belli değil, önemi yok veya daha masummuş gibi sunulduğundan sorumluluk üstlenmek gerektirdiğinde de kimin sorumlu olduğu belli olmayan veya üstlenilmeyen bir yanlışlık olarak anlaşılabiliyor.

Hataların sorumluluğu kabul edilmek istenmediği zaman bu kelime imdada yetişiyor.

Devlet katında kurumsal yanlışlardan sorumlu olanların istifa etmediği bir sosyal kültürde bu söz de, yanlışlığa geçirilen bir kılıf olarak kullanılabiliyor.

Yakın bir zaman önce son yılların tartışmalı davalarından olan darbe iddiası soruşturmalarında da açığa çıkan bir skandalın resmi sorumlularca sehven sözüyle açıklanarak geçiştirilmesi.

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme sınavındaki şifre olayına yetkililerce yapılan ve kamuoyunca kabul görmeyen açıklamalardan sonra bu kelimeye sarılarak yanlışlık denmesi,

16 Nisan gazetelerinde yer verilen Münevver Karabulut cinayetiyle ilgili Adli Tıp açıklamasında da bazı bulgular üzerinden ortaya çıkan skandalın sehven sözüyle kamuoyuna sunulması, yanlışların resmi kurumlarca sehven kılıfıyla örtbas edilmesinin adet haline geldiğini gösteriyor.

İyi veya kötü niyetle yapılan ve çok önemli sonuçlara yol açan her hareketi, sehven diye sunanlar sanki yaptıklarından kendileri sorumlu değillermiş gibi bu söze sarılıyor.

Yanlışlığın sehven kelimesiyle ifade edilmesi sanki duruma legallik ve dokunulmazlık kazandırıyor.

Hatalara mazeret üretmenin normal sayıldığı bu mazeret kültüründe yetkililer genelikle hiçbir hatada kendinilerini sorumlu saymıyor. Sorumlu sayılmaması da yadırganmıyor. 

Toplumdaki bu yaygın sorumsuzluk anlayışını kapamak için yetkililerce “Sehven” sözünün tercih edilmesinin diğer bir nedeni, eski ve çok kullanılmayan bir söz olmasının yanı sıra anlamının tam  bilinmemesinden de olabilir.

Seçim öncesi oy potansiyelinde delik açmamak için tüm devlet kurumlarındaki yanlışların sehven olarak açıklanması, bir zorunluluk haline gelmiş gibi.

Hükümet sorumlularının ne dediklerinin geniş yığınlarca tam da anlaşılmaması için bu kelime yeterli oluyor.

Sehven sadece bir masum sözcük değil, sorumsuzluk ve mazeret uydurma kültürüyle doğal olarak kodlanan yeni nesillerin günden güne nasıl bir toplumda yaşayacaklarını şimdiden gösteren bir işaret fişeği de.

Sehven mazereti ile örtülmeye çalışılan Resmi Kurumlara bağlı yanlışların, yadırganmadığı bir toplumda doğru yaşamak mümkün olacak mı?


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

Yaşananlar Yeterince Algılanıyor mu?

Eğer toplumla ilgili her haber, dikkatle ve çok yönlü takip edilirse gelişmeler de, önceden tahmin edilebilir.

Ülkemizde kamuoyunda gittikçe eksi değerlerin oluşmasına yol açan pek çok uygulamanın meyveleri alınıyor.

Bugün görünenler aslında daha önceki yatırımların bir sonucu olarak biçimlense de, bugün alınan ve alınacak olan tedbirler ve geleceğe dair yatırımlar da bugünü ve bugünden görülen yarını işaretliyor.
Tabii görebilenler için.

Bu hafta Milliyet gazetesinde (4Nisan) sayfa sonunda küçük bir alana sıkıştırılmış önemli bir haber de, toplumumuzda egemen olan değerlerde gelinen yeri gözler önüne seriyor.

Haber, “Okulu karıştıran iddia” küçük başlığı altında yüzü perdelenmiş bir çocuk ve ailesinin fotoğrafı, altında da “Muhbir olmadı diye dayak yedi” büyük başlığıyla verilmiş.

Adana’da lise öğrencisi M.H. sigara içen arkadaşlarını ihbar etmediği için okul müdürdü tarafından dövülmüş.

Olayın bir öğretmen tarafından aileye bildirilmesi üzerine okula giden anne baba, idarecilerce yatıştırılarak evlerine yollanmış, ancak akşam eve gelen çocuk hastaneye götürülüp başına üç dikiş atılmış, ve dört saat gözlem altında tutulmuş.

Aile, çocuklarının "muhbirlik" yapmadığı / olmadığı için müdür ve yardımcısı tarafından dövüldüğünden şikayetçi olunca: çocuğun, Çocuk Şube Müdürlüğünde psikolog nezaretinde ifadesi alınmış.

Öğrenci, “müdür, odasında tokat atınca kafam panoya çarptı. Yaralı halde derse girdim” diye ifade vermiş.

Dayak atma, muhbirlik teklifi gibi pek çok yanlışın bir arada ve bağlantılı olarak oluştuğunu gördüğümüz bu haberde:

“Dayak” olgusunun eğitim adına hala okullarda var olmasının yanı sıra çocuklardan arkadaşlarını ihbar etmelerine dayalı okul polisi uygulamasının, başlatılıp başlatılmadığını veya buna yatkın kafaların eğitimde nasıl boy gösterdiğini düşündüren bu haberde, öğretmenin durumu aileye bildirmesi, öğrencinin sağlık gözetiminde tutulması, Çocuk Şubesinde psikolog nezaretinde ifadesinin alınması gibi görece gelişmeler, temel hataları gölgede bıraktığı görülüyor.Yanlışların nasıl gittikçe katmerli hale geldiği de.

Pek çok idari uygulama ve hukuki davalarda muhbirliğin prim yapması yadırganmaz hale gelince bunun eğitim yoluyla gelecek nesillere kazandırılması gereken bir değer olduğu da kabul görmeye başlamış olmalı.

Geleceği belirleyen bu yanlışların nasıl bir toplumsal yapı oluşturacağı, her gün bir yenisine şahit olduğumuz bu katmerli ve birbirini üreten yanlışların, bu toplumda "doğru insan" yetiştirmenin mümkün olup olmadığını düşündürüyor.

Yanlış ve kötü olmasına karşın gittikçe geçerli hale gelen anlayışlarla ortak değerleri törpülenen bir toplumda, gerçekten DOĞRU İNSAN yetiştirme şansı ne kadar?

Bu toplumsal yapıda doğru insanların var olma hakkı nasıl sağlanacak?

Hergün yeni bir skandalın patlak verdiği toplumsal ortamda şok haberlerin dalgasına kapılan beyinler, dedikodusal takip dışında olan biteni algılayıp üzerine düşünebiliyor mu?

Günlük şok gelişmeler üzerinden biçimlenen toplumsal algımızda bu soruların altı yeterince çiziliyor ve üstünde düşünülüyor mu? 

Bence hayır ve de eyvah.




Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

Medyanın Cinayet Örneklemesindeki Rolü

Son günlerde çocuklara dönük cinayet haberlerindeki artış ve bunların yine medya kanalıyla duyuruluş ve işleniş biçimi, medyaya dönük eleştiriyi de gerekli kılıyor.

Tüm toplumlarda medya etkisi aynı olmuyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda medya etkisi ve otoritesi gelişmiş toplumlara göre farklı oluyor.

Gelişmiş toplumlarda medya yönlendirici ama bireysel etkileşimde toplumun ortalama akıl yaşı daha yüksek olduğu için daha az yıkıcı olabiliyor.

Gelişmekte olan toplumlarda ise bireysel etkileşim yerine ortak etkileşim egemen olup, her olumsuzlukta medya günah keçisine çevrilip suçlanıyor. Başlı başına bir belgeleme otoritesi olarak kabulleniliyor.

Yazılanlara inanmama tepkisi verilse de bir olgu medyada yayınlanınca legallik kazanıyor ve tüm ortak düşün gerekçelendirmeleri medya üzerinden temellendiriliyor.

Bu nedenledir ki böyle toplumlarda medyanın cinayet kültürüne katkısı daha fazla söz konusu oluyor.

Medyada homojen bir yayın yapmasa da genel tavır olarak tüm detayları ve dokunaklılık vurgularıyla cinayetleri afişe etme eğilimi ağır basıyor. Kimi beyinler için onları suça iten durumları halletme yolu olarak şiddete başvurma ve katletme olgusu da kaçınılmaz bir çare olarak görünüyor.

Her suçlunun suçu gerçekleştirme biçimi özel olsa da bazı medya organlarında yayınlanış biçimiyle suça teşvik eden ve örnek oluşturan bu olguların, kopyalanarak çoğalması böyle mümkün oluyor.

Bu açıdan son günlerde yine artış gösteren ve üst üste gelen çocuk ve kadın cinayetlerinin veriliş biçiminden rahatsızlık duyanlar çoğalırken olayı kanıksayıp örnekleyenler de artıyor.

Tıpkı intihar haberlerinde saptanan özendirici olma etkisi gibi bir teşvik oluşturuyor.

İşleniş biçimiyle “Münferit yani kendiliğinden olan olay” diye nitelendirilenler bu olaylar, aslında belli şartlar ve yanlış birikimler sonucu oluştuğundan, münferit diye geçilemeyecek nitelikte oluyor ama bunun kitlelerce bilincine varılamıyor.

Bu tür görülmemiş cinayet örneklerinin kamuoyuna sunuluş biçimi tüm detaylarıyla örneklenince, çoğalıp, kıs sürede “münferit” olmaktan çıkarken aynı zamanda icabında yapılabilirmiş gibi bir legallik algısı da oluşturuyor.

Bu nedenle son zamanlarda her gün şiddete uğrayan ve de öldürülen özellikle kadın veya çocuk olgusundaki artış, rastlantı değil.

Bu tip olayların dilsel ve görüntüsel sunumuyla neleri tetiklediği ve önleyici kurumlar ve onların birbiriyle koordineli işleyişine dayalı bir sistem olmaması gerçeği de bunlara eklenince yaşananlar hep göz göre göre gerçekleşiyor ve ilgilenenler de sadece üzülüyorlar.

Toplumsal bilincin yükselmesiyle oluşumu önlenecek organize işleyen bir sistem kurulmadan, bu artışın önlenemeyeceğini hepimiz görsek de, bunu oluşturmanın yolunun sadece bu olayları bu tarz haberleştirmekten geçmediğini bilmek ve önleyicilik açısından önemini iyi kavramak gerekiyor.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

İftira Kültürünün Eğitime Yansıması

Öğretmen ve yetişkinlerin yaptığı bir eğitim yanlışı, çocuğun kaç eğitim doğrusunu götürdüğü sayısal olarak ölçülemese de sözüm ona eğitimli yetişkinlerin kimi tutumları üzerinden olaylardaki artış, ortaya ürkütücü bir tablo çıkarıyor.

Geçen hafta Gaziantep’teki bir ilköğrenim okulunda yaşananlar da bunlara bir örnek.
 
Sınıfta bir süredir kaybolan silgi ve kalemlere fail aranırken, öğretmen, öğrencilerinden sizce bu hırsızlığı kim yapmış olabilir diye tahmin ettikleri üç kişinin adını kağıtlara yazmalarını istiyor.

Bu parlak fikirli yoklama sonunda en çok ismi geçen iki öğrenci zanlı durumuna düşüyorlar.

Bunlardan bir tanesi bu durum yüzünden sinir krizleri geçiriyor. Ötekisi de herhalde otomatikman suçlu ilan edilmiştir.

Bu nasıl bir eğitim anlayışıdır ki anketle suçluluk damgası yiyen gençler ve suçlu tahmini yapmayı marifet belleyecek öğrenciler yetişecek.

Doksanlı yıllarda oğlumun okuduğu Fransız Lisesinde velilerle yapılan toplu bir görüşmede öğrencilerin sigara içmesinin önlenmesi için bazı öğretmen ve veliler girişte öğrencilere üst araması yapılma önerisini çare olarak ileri sürmüşlerdi.

Özellikle sigara içmeyen bir çocuk velisi olarak bu tür güvensizlik uygulamalarının yalnız çocuğumun değil tüm çocukların üstündeki olumsuz etkisine işaret ederek karşı durmuştum.

Sigara içsin içmesin tüm öğrencilerin potansiyel suçlu gibi her gün üst aramasına tabi tutulmalarının pedagojik olumsuzluklarına değinerek önleyici başka önlemler alınmasını önermiştim. Bu itirazda yalnız kalmadığım için uygulamayı önleyebilmiştik.

Toplantı sona erdiğinde de sigarayı önlemek için üst araması önerenlerin birer sigara yakmalarını hayretle görmüş ve siz önce kendiniz örnek olmayı deneseniz demekten kendimi alamamıştım. Onlar da refleks olarak hemen sigaralarını söndürmeye kalkarken, biz de zaten bunun zararını bildiğimiz için ona nasihat veriyoruz demeye kalkmışlardı. Yani kendisi özendirici olmaktan vazgeçmeyip sorunu inzibati tedbirlerle çözmeyi eğitim sanan tipik bir “be demesene be!” kültürü sergilemişlerdi.

Günümüzde ise bunlara ilave olarak “kurunun yanında yaş da yanar” mantığı, kimi gerçekler karşısında duyulan otomatik çaresizlikten ziyade, kötü ile iyinin eşitlenmesini, bir tutan ve çözüme çare gören zihinler artıyor.

Gaziantep örneğindeki gibi yetişkinler ve öğretmenlerin yanlış kılavuzluğuyla muhbirlik veya kara çalma pervasızlığının sorun çözmede geçerli hale geldiği örnekler hızla ve her alanda çoğalıyor.

İmzasız belgelerin delil kabul edildiği ve insanların zanlı olarak gözaltına alınabildiği toplumumuzda iftira kültürünü besleyen bu tür keyfi ve geçersiz kanıtlara dayalı davranışların, eğitimin de parçası olmaya başladığını görüyoruz.

Münferit olay diye geçmek yerine yeni nesillerin eğitim algısının nerelerde nasıl kodlandığı üzerine odaklanmak gerek.


Kaynka gösterimi:  www.0-18.org

Bildiğini Okuma Kültürü ve Çocuk Etkileşimi

Bir davranışın hatalı olduğunu bildiği halde yapmak, toplumumuzda çok rastlanan bir davranış biçimidir.

Bunun vardığı son nokta, cehaletle açıklanamayacağını gösterir türden.

Otomobillerin şoför ve ön koltuk yolcusunu kemer takması için otomatik olarak uyaran sinyalleri kemeri takarak susturmak yerine, ufak bir takıcı gibi susturma yolu keşfedilmiş.

Tercih edenlerin çokluğu bunu satılabilir bir hale getirmiş. Beş on lira verenler bu sinyal kesiciye sahip olabiliyor.

Televizyonda kendine yöneltilen tv mikrofonuna “evet, ben de alıyorum” diyen kişi, “gerçi doğru bir şey değil ama alıp kullanıyoruz işte” diyebiliyor.

Bu sözler yanlışı anlama itirafından çok her türlü uyarıya karşın kendi bildiğini yapma kültürüne de dayanıyor.

Yanlış ve hata yapmayı sadece kişisel bir tercih ve hak gibi algılayanlar, kendine zarar verme- yi de bir çeşit özgürlük gibi yorumluyorlar.

Mazeret ve nedamet kültürüyle de şekillenen bu davranış, yaşamın birçok alnında karşımıza çıkıyor. En bilinen örneğiyle zararlı olduğunu bile bile sigara içilmesi sadece tiryakilikle açıklanamayan böyle bir tutumu yansıtıyor.

Bana veya bize bir şey olmaz lafıyla görünen tehlikeleri hiçe sayan kafalar, bir şey olabileceğini kabul ettiklerinde de böyle davranmaktan vazgeçmedikleri için göz göre göre tehlikelerle yaşamakta bir sakınca görmüyor.

Gerçekleşen facialara da, gerçeklere de meydan okuyan bu tavırla, kendi inançlarına da meydan okuduklarını görmedikleri için Allah’ın dediği olur sözüyle noktalayarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar.

Yaygın kullanıma sahip “Be demesene be” sözüyle bu çarpık bilinci yeni nesillere de aşılayan bu anlayış oluyor.

Sonunda mantık yoluyla içinden çıkılamaz bir düzen yaratıp kurtarıcı olarak Allah’tan başka sığınacak bir şey olmadığını ileri sürerek kendi akıllarına ait sorumluluktan kurtulma yoluna gidiyorlar.

Hatalardan ders alma, hata yapmama çabasının hiç uğramadığı bu zihinlerin bildiğini okuma davranışı da kafalarda bir tür hikmet olarak biçimleniyor.

Bu toplumsal kültürün etkileşiminde büyüyen çocuklar ve nesiller yanlışlığın bedelini hep yaşamlarıyla ödedikleri bir düzenin mensupları olarak varlık gösteriyorlar.


kaynak gösterimi:  www.0-18.org

İnsan Hakları, Çocuk Haklarının Temelidir

Çocuk ve kadına dönük şiddet, ihmal ve istismar kapsamına giren olaylar çocuklara doğrudan veya dolaylı olarak etkili olabiliyorlar. Çünkü kadına ve çocuğa dönük tüm şiddet ve istismarlar, iç içe geçmiş bir bütünün parçalarıdır.

Medya kanalıyla haberdar olduğumuz bu oluşumların, çocuklardaki etkilerini kamuoyuyla paylaşmak da medyayla mümkün oluyor.

Şu ara her gün haberleşen ve yedi yılda büyük bir artış gösterdiği saptanan “öldürülen kadın” olayları, olayı yaşayarak veya haber olarak şahit olan çocuklarda ve kız çocuklarında nasıl bir etki yapıyor, nasıl önlenebilir?

Suçu işlediği tarihte çocukluk sınırında olduğu dört yıl sonra algılanmışcasına ve suça sürüklenen çocuklar kategorisinden çocuk mahkemesine yollanarak ceza indirimi sağlanan gazeteci katilinin durumu ve bunun sunumu konuya gereken duyarlılığı tersine çeviriyor.

Burada töre cinayetleri ve taş atan çocuklarda olduğu gibi çocukları suça sürükleyen zihnıyetle onların çocuk olduğunun çocukluk yaşını geçince algılanmaya kalkılması aynı zihinlerin ürünü.

Korunmasız şartlarda yaşayan çocukları, tehlikeli oldukları gerekçesiyle ağır şartlarda mahkum edilmeye sürükleyenler, buralarda büyüyen suçlu çocukla sonradan mağduriyete uğramış yaklaşımına girerek onları istismara devam ediyorlar.

Çocuğun “yüksek yararı” için, çocuk haklarını sağlamak gerekçesiyle çok yönlü ve çocuk katılımlı ülke ölçekli çalışmalar düzenleyenler, çocukları anlamadıkları konularda fikir ileri sürme, anlamsız ve zorlama gösterilerle yorma ve fikrini ifade ederken hırpalama gibi davranışları önleyemeyerek istemeden de çocukluk durumunu istismar edebiliyorlar.

İtiraz hakkını kullanmaya kalkan ve güvenlik güçlerince darp edilirken Başbakan’ın isteğiyle güvenlik güçlerinden kurtarılarak nasihat çekilen bu çocukların, okul tarafından kovuşturmaya uğramaları çocuk istismarına ayrı bir örnek oluyor.

Yine çocuk yaşta erkeklerin tecavüzüne sunulan bir kız çocuğunun davası hakimlerce çocuğun isteğiyle olduğu gerekçesiyle yorumlanıp tacizcilerin suçu hafifletilerek çocuğun bir kez daha istismarına yol açıyor.

Yakın zamanda üst üste gündeme gelen bütün bu olaylar ülkemizde büyük bir kesimin çocuktan, çocuk haklarından, eğitimden ve demokrasiden ne anladığını da ortaya koyuyor.

Bir zamanların ülkeyi kurtarıcılardan kurtarmak sözünü çocukları kurtarıcılardan kurtarma olarak ta söylenebilir.

Önce çocuk gerçeğini ve onun haklarını iyi algılamak ve yaşama geçirilmesine çalışmak gerekiyor. Yine de bu alanda doğru algı ve bilginin içselleştirilmesi için büyük adımlardan daha önemli küçük adımlara ihtiyaç var. 

Bu konuda iyi niyetle yapılanlar bir bakıma bu çabaların aslında tam da nasıl olması gerektiğini göstererek ve üzerine düşündürterek yararlı oluyorlar diyebiliriz.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org